Siyasetin çok çeşitli algılanışı vardır. Diğer bir bakış açısıyla, bir takım çevrelerin diğer bir takım çevrelere uyguladığı algı yönetimi vardır. Biraz daha açarsak, özellikle siyasilerin, halkın siyasetten ne anlamasını istiyorlarsa, o doğrultuda uyguladığı bir algı yönetimi var. Bu yöntemle hedef kitleleri arzu ettikleri şekilde yönlendirebiliyorlar. Dolayısıyla siyasete bakış açısı da bu mânâda çok çeşitlilik arz edebiliyor.

Misal, kimileri siyaseti yalancılık ve sahtekârlıkla eşdeğer görürken, kimi çevreler, soygunculuk ve vurgunculukla ilişkilendiriyor. Kimi, adam kayırma ve yandaşına menfaat sağlama olarak algılıyor, kimi de tam tersine hak, hukuk ve adaletin tesis edildiği olgu olarak görebiliyor...

Bugün ülkemiz insanı, düz bir bakışla siyasetçiyi de yorumladığı siyasetle aynı paralelde görüyor. Yani kimi, siyasetçiyi yalancı ve sahtekâr; kimi, soyguncu ve vurguncu, kimi adam kayıran ve yandaşına menfaat sağlayan olarak görürken; kimi de yine hak, hukuk bilen ve adaletin tesisi mücadelesi veren zat olarak görüyor.

Türk Dil Kurumu, siyaseti politika olarak tanımlıyor. İkinci bir tanım olarak da ‘Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış’tır diyor. Siyasetçiyi ise politikacı diye tanımlamış. TDK, maalesef birçok terimi eksik veya yanlış tanımladığı gibi kişileri de aynı doğrultuda yönlendiriyor.

Ülkemizdeki siyaset ve siyasetçi anlayışını çok kısa da olsa özetlemeye çalıştık. Buradan itibaren ise gerek siyaset ve gerekse siyasetçiyi Millî ve de İslamî bir bakış açısıyla değerlendirip, bu açıdan aslında nasıl bir stratejiye sahip olmamız lazım geldiğini tespite çalışacağız.

Her şeyden evvel, ‘Din ve devlet işlerini birbirinden ayırma’ ve ‘Dini siyasete alet etme(me)k’ gibi felsefi yaklaşımların aksine ‘Bu iki olgunun bir birinden ayrı düşünülemeyeceği’ gerçeğini ortaya koyup ve ‘birini diğerine alet etme’ safsatasını çürütmeye çalışacağız.

Öncelikle şunu ifade etmeliyim. ‘Din diğer bütün değerlerin üstünde adeta bir şemsiye veya bir çatıdır.’ Kabul edelim veya etmeyelim... hakikat budur.

Buradan hareketle ve bundan sonra akla gelen her değeri bu çatı altında görmek gerekir ki hiçbir adım din hesaba katılmadan atılmasın. Bir başka ifadeyle atılacak her adım dini esaslar dikkate alınarak atılsın.
Bu minval üzere siyaseti, dini motiflerle bütünleştirerek yönetim alanında uygulanacak bir meslek bir sanat ve bir irade olarak tanımlamak yerinde olacaktır.

Evet, siyaset bir sanattır ve hem de kutsal bir sanattır. Siyaset, yönetme, işleri çekip çevirme, haline yoluna koyma sanatı ve de iradesidir. Peki, hangi işler? ... Mesela ev işinden tutun da devlet işine kadar her türlü iş. Mahalleniz, beldeniz, şehriniz, işyeriniz, fabrikanız, okulunuz, resmi daireniz vs. Tabii ülkeniz...

İşte, bütün bu birimleri dini motiflerle bütünleştirerek yönetirseniz, adil bir yönetim sergilemiş olursunuz. Peki, bu sanatın dini kaynağı nedir? ... Yüce Allah, ‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun...’ diye emrediyor. (Âli İmrân/104) İşte bu emir, siyaseti zorunlu kılıyor.

Hazreti Peygamber de: ‘Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. İşte bu imanın en zayıf yönüdür.’ diye buyuruyor. (Müslim, Ebu Davut)

Bir kötülüğün önce el ile düzeltilmesi, insanın iktidar sahibi olması gerektiği anlamını taşıyor. Yani insan hükümran olduğu ölçüde yanlışları düzeltme imkânına sahip olabilir. Ailede reis, beldede, şehirde belediye reisi ve ülkede devlet reisi düzeltme yetkisine sahiptir. Daha somut bir ifadeyle karar alma ve emretme yetkisine haiz olanlar münkeri (kötülükleri) men edebilirler. Yetkili oldukları kadar sorumludurlar da. İman dereceleri, sorumluluklarını yerine getirdikleri ölçüdedir.

Misal Yüce Allah’ın yasak kıldığı zina bir kötülük olduğu için kanunen yasaklanması zorunluluğu vardır. Bunu da ancak siyasi iktidar sahibi olanlar yapabilirler. Yapmıyorsa, imani bir zafiyet var demektir. Öyle ya mademki el ile düzeltme yetkisine sahip. E, yapmıyorsa bu durumda ayet ve hadisteki sınırların dışında kalır.

‘Kötülükleri dil ile düzeltiniz’ tavsiyesi ise iktidar sahibi olamayanlar içindir. Onlar, karar alma ve hükmetme yetkisi ve gücü olmayanlardır. Onlar siyaseten muhalefettirler. Ancak yanlışların düzeltilmesi için söylemekle ve tavsiye etmekle yetinirler. Tabii bununla kötülükler ortadan kalkmıyorsa iktidar olma mücadelesi vermeleri gerekir.

‘Gücünüz yetmezse kalben karşı olunuz.’ tavsiyesi ise sözü dahi tesir edemeyen konumda olanlar içindir. Onlar, olsa olsa ya hastadırlar ya mahpusturlar veya düşkündürler... İşte bütün bunların dışında kötülükleri men etme derdi olmayanlar ise ne yazık ki imandan yoksun kimselerdir. Bunların iktidar olmaları da, muhalefet olmaları da veya sıradan biri olmaları da ne kendilerine ve ne de başkalarına bir yarar sağlamayacaktır.

Münkerin (kötülüklerin) men edilmesiyle marufun (iyiliklerin) hâkim olacağına da kimsenin şüphesi olmasın.

Yüce Allah, ‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.’ buyuruyor (Âli İmrân/104)