Önceki gün açıklanan ve gazetemizin dünkü sayısında da yer alan bir araştırma sonucuna göre açlık sınırı 8 bin 223 lira, yoksulluk sınırı ise 24 bin 515 lira olmuş. Buna göre açlık sınırı, 5 bin 500 lira olan asgari ücreti 2 bin 723 lira geçmiş durumda. Açıklanan yoksulluk sınırı rakamına göre ise ülkemizde nüfusumuzun çok büyük bir bölümünün yoksulluk sınırının altında bir gelire sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yani insanımız yoksulluktan kurtulma mücadelesi verirken, ülkeyi yönetenlerin kendilerine yardımcı olmasını bekliyor. Elbette iktidar sahipleri hiçbir şey yapmıyor değil. Özellikle son iki senedir enflasyon ile paramızın hızlı bir şekilde değer kaybetmesi ile ortaya çıkan sıkıntıdan biraz olsun kurtarmak amacıyla gerek asgari ücretin artırılması ile dar ve sabit gelirliler korunmaya çalışılıyor olsa da, asgari ücret ve ücretlerde yapılan artış kısa sürede anlamını yitiriyor. Çünkü fiyat artışı devam ettiği sürece ücretlerde artışın bir işe yaramayacağı görüldü.
Böyle olunca da fiyatlar arttıkça ücretlerin artırılması derde derman olmuyor. Bu bakımdan fiyatların düşmesi sağlanamasa bile hiç olmazsa sabitlenmesi gerekiyor. O zaman yapılan ücret artışları dar ve sabit gelirlilerde uzun süreli bir rahatlamaya zemin hazırlayabilecek. Ancak bunun için gerekli olan üretim artışı istendiği düzeyde sağlanamıyor. Özellikle gıda ürünlerinde yaşanan ve geçen bir yılda yüzde 177 olarak açıklanan fiyat artışı ister istemez insanları açlık sınırının altındaki bir gelire adeta mahkûm hale getiriyor.
Aslında dar ve sabit gelirlilerin durumunu anlatmak için sadece asgari ücretin açlık sınırı altında kalkmış olmasını hatırlatmak bile yeterli olacaktır. Yoksulluk sınırı rakamının ise gündeme getirilmesi sadece moral bozmaya zemin hazırlayacak noktada görünüyor. Kısacası, uygulanmakta olan ekonomik modelin adı ne olursa olsun, görünen o ki, bu model fakiri daha fakir, zenginleri ise daha zengin hale getiriyor. Arada özellikle son yıllarda orta gelir seviyesinde olanların giderek azaldığı, toplumda ekonomik olarak iki sınıfın kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bir tarafta sayıları çok az da olsa çatlayıncaya kadar yiyebilenler, öbür tarafta sofrasını biraz çeşitlendirebilmek için çırpınanlar bulunuyor.
Yapılan açıklamalarda yıl sonu yapılacak zamlar ile dar ve sabit gelirlilerin enflasyon karşısında ezdirilmeyeceği söyleniyor. Yani aralık ve ocak ayında yapılacak zamlarla dar ve sabit gelirlilerin gelirlerinde ciddi bir artış sağlanacağı belirtiliyor olsa da, fiyat artışları devam ettiği sürece ücretlerde sağlanacak artışların enflasyonu körüklemekten öte bir derde derman olmayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Peki çözüm nedir? Çözüm öncelikli olarak ayrışan bir Türkiye değil, kucaklaşan bir Türkiye’nin oluşturulması ilk şart olarak görülüyor. Ama iktidar sahipleri, yaşanan olumsuzlukların sorumlusu kendileri değilmiş gibi toplumda ayrıştırmayı körüklüyor. Her gün seslerini biraz daha yükselterek, sorunların çözümünü kavga üslubunda arıyorlar. Hâlbuki bu ülke hepimizin. Oturup konuşabilmek, dertlerimizi paylaşabilmek gerekiyor. Çünkü ayrımcılık giderek kavgayı, kavga ise zaten bunalmış olan insanımızı iyice çileden çıkartıyor. Çevremizde yaşanan olaylara şöyle bir bakmamız bile toplumda insanların çıldırma noktasına geldiğini görmeye yeter. Kaldı ki, gazetecilerin sokaklarda mikrofon uzattıkları insanlardan aldıklar cevaplar hep ekonomik sıkıntı içinde oldukları şeklinde oluyor. Bu tür cevapları gerçi iktidar sahipleri şükürsüzlük olarak nitelendiriyorlar ama bu nitelendirme dertlerin daha da artmasına engel olmuyor. Bu bakımdan millet olarak el ele vererek sorunlarımızı hep birlikte göğüslemek durumundayız. Bu ise ayrıştırıcılıkla olmayacaktır.