Günleredir depremi konuşuyor, sorguluyoruz. Öylece de depremden ders çıkarmaya çalışıyoruz. Ders çıkarıp çıkarmadığımızı gelecek günler gösterecek. Ancak, geçmişte yaşadıklarımızı düşündüğümüzde acılardan fazlaca ders almadığımızı söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan dünkü gazetelerde yer alan bir haberin başlığını yazıma başlık yaptım. İstedim ki üzerinde biraz düşünelim, kendimizi sorgulayalım. Bu sorgulama sadece depremle sınırlı kalmasın, geçmişten günümüze toplumumuzda ve insanımızda oluşan, bunun da ötesinde oluşturulmaya çalışılan kültürel birikimlerimizi değiştirip, kendi birikimlerimizi biraz daha ileri götürmeye çalışmak yerine külliyen terk ederek kendimize ulaşılması gereken hedef olarak Batı’yı seçmiş olmamızın ne gibi olumlu ve olumsuz etkileri oldu sorusunun cevabını araştırmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunun için de Mimar Sinan tarafından yapılan Hatay’ın Payas ilçesindeki Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’nin depremzedeleri ağırlıyor olması üzerinde düşünülmesi gerektiği yaklaşımı ile bu 450 yıllık külliye depremde evleri yıkılanlara hizmet verirken yaklaşıp 30 yıllık binaların yıkılmış olması, bunun da ötesinde 1999 öncesi yapılan binaların son depremde büyük oranda tahrip olması bu işin uzmanları tarafından fazlaca yadırganmıyor oluşu da ister istemez geçmişe dönük sorgulamazı daha da önemli hale getiriyor.
Çünkü bu ülkede uzun yıllar kendimize ait ne varsa küçümsendi, ileri ve gelişmiş olabilmek için topluma hep Avrupa örnek gösterildi. Özellikle teknik olarak Batı’da yaşanan bazı gelişmeler örnek gösterildi. Geri kalmışlıktan kurtulmanın tek yolu Batı taklitçiliği oldu. Gerçi bu yaklaşıma taklitle medeniyet olmayacağı anlayışı ile karşı çıkanlar da oldu ise de ülkemizin kalkınması için ölçü Batı oldu. Kısacası, Batı taklitçiliği gerçek kimliğimizden kopmamızı sağlarken, ne yazık ki Batı medeniyetinin teknolojik boyutunu da hayatımıza geçiremedik. Aslında derdim ülkemize şart olarak dayatılan değişim modelini sorgulamak değil. Derdim 450 yıl önce Mimar Sinan tarafından yapılmış bir külliye günümüzde yaşadığımız depremde evleri yerle bir olmuş insanlarımıza barınak olurken Batı’yı taklit ederek ülkemizin şehirlerini birer beton yığını haline getirdiğimiz binaların büyük bölümünün yıkılmış olması üzerinde biraz olsun düşünmeye olan ihtiyaca dikkat çekmek istiyorum.
Hemen belirteyim ki bir yandan Batı’yı taklit ettik ama kendimiz olarak da kalamadık, Batılı da olamadık işte bu çelişki sanıyorum sorunumuzun esasını oluşturuyor.
Çünkü geldiğimiz noktada medeni olabilmek için Batı’yı taklit ederek ulaştığımız bilgi birikimine dayanarak yaptığımız binalar neredeyse 35-40 yılda eski bina olarak değerlendirilir oldu. Çünkü hemen her gün televizyonlarda depremi değerlendiren bilim insanları sık sık 1900 öncesi yapılan binaların büyük ölçüde yıkıldığına dikkat çekiyorlar. Böyle iken deprem bölgesinde 450 yıldır ayakta duran Mimar Sinan’ın külliyesinin özellikleri fazlaca tartışılmıyor, üzerinde düşünülmüyor. Sanıyorum 450 yıl önce hayatın her alanında ülkemiz insanları belli bir birikime sahiptiler ve o birikimlerini geliştirerek, artırarak günlük, yıllık kullanıyorlardı. Bunun sonucu olarak 450-500 yıl dimdik ayakta duran eserler ortaya çıkarmışlardı. Şimdi ise binaların ömrü en fazla 50 yıl oldu. Yani çağdaşlaşacağız diye Batı’yı taklit etmeye başladık ama sanıyorum bilim ve birikim konusunda çağ dışı bir noktaya düştük. Hemen belirteyim ki, depremlerden bir ders alabilmek için ısrarlı bir şekilde bir takım değerlendirmeleri ölçü almak yerine kendi geçmişimize yönelik araştırmalarla sadece 50-100 yıl değil yüzyıllar boyu dimdik ayakta duran binaların yapılması mümkün olabilecek. Sözün özü taklitçiliği bir kenara bırakarak kendi geçmişimizden gelen değerlerimize, bilgi ve birikimlerimize sahip çıkabilmek gerekiyor.