Adamın biri açıklama yapıyor, “Allah’a ve Kur’an’a inanmıyorum.” Bir süre sonra açıklamasını “İnanıyorum” diye tersine çeviriyor.

“Neden” diye sorduklarında, “İnanmamak, inanmaktan daha zor da ondan” diyor.

Adam araştırıyor, dünyada 324 çeşit örümcek varmış. Bunun her biri diğerinden farklıymış.

Bunu kim yapar, ancak Allah yapar.

Sonra toprağa limon çekirdeği ekiyorsunuz ekşi çıkıyor, elma çekirdeği ekiyorsunuz tatlı çıkıyor, domatesin tohumunu ekiyorsunuz domates bitiyor, lalenin tohumunu ekiyorsunuz çiçek çıkıyor.

Yani bu çok ilginç bir şey değil mi?

Hâlbuki o toprağı alıp kaynatsanız, bunlar çıkar mı ondan, yok tabii.

“Doğada 114 tane element var” diyor. Elementlerin karışımından çeşitli şeyler meydana çıkar (çiçek, limon, domates vs.) peki bunlara toprak kendi mi karar veriyor.

Peki elementi yaratan kim?”

Rabbimin iki türlü kanunu var:

1-           Tabiat kanunları

2-           Şeriat kanunları yani Kur’an ve Sünnet.

Tabiat kanunlarına bu zamana kadar karşı çıkan oldu mu?

Mesela serçe kartal gibi olsun, fil karınca gibi olsun, diyen var mı?

Mesela suyun karışımı H2O. Hazreti Adem’in içtiği de o su, bizim içtiğimiz de o su. Aramızda üç hidrojen, iki oksijenli su içen var mı?

Yıllar önce suni yiyecek, suni giyecek ve suni evler ortaya çıktı. O pamuklu ve yünlü kıyafetler yerine bunlar kullanılmaya başlandı.

Sonra araştırmalar ve bilim anladı ki, bunlar insana zarar veriyor, kötü etkiler doğuruyor.

Sonra yeniden tabiata dönüldü. Doğal yiyecekler ve tabiattan elde edilen giyecekler ve evler kullanılmaya başlandı.

Aynı şekilde de Kur’an’ın kanunlarına da dönüş başladı bile.

Düşünen beyinler eninde sonunda döneceklerdir.

Kur’an da:

“Ayetlerimizi onlara, ufuklarda ve kendi canlarında (içlerinde) göstereceğiz ki, onun (Kur’ân’ın) hak olduğu onlara apaçık belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olduğu yetmez mi?” (Fussılet Sûresi, ayet 41/53)

Biz kendimizi bile unuturuz ama Allah (c.c.) bizi bir saniye bile unutmuyor. Hatta bir salise bile bizi ihmal etmiyor.

Dünyanın en zeki doktorlarını Çin’den, Amerika’dan, Japonya’dan vs. yerlerden getirin.

Hepsi aynı şeyi söylüyor. “İnsanın yönetimini bize bir dakika bile bırakmayın. Çünkü biz ona neyin ne kadar lazım olduğunu bilemeyiz” diyorlar.

Dünyada sayısı 500’e varmayan zengin insanın elindeki paranın %4’ü, dünyadaki bütün insanların açlık seviyesinin üstünde yaşama dönüştürebilecek paradır diyorlar.

İslam gelirse bunlara bir kere zekâtınızı verin,

Bu 500 adamın malının %2,5 oranı dünyadaki açlık nüfusunu doyurmaya yetecek miktardadır.

Tabii bunların ne kadarı helal yönden bilinemez.

Hollandalı korsanlar adaya çıkıyorlar, Malezya, Endonezya ve Filipinler’de pazarlık yapıyorlar. Ellerinde renkli içki şişelerinin boşları var ve onların elinde bol miktarda altın.

Şişe görmemiş bu yerliler, diyor ki, “Sen o güzel şişeyi bana ver, ben de sana bendeki altını vereyim.”

Hollandalı korsanlar da bakıyorlar, bunlar saf, şişeyi kırıp parçalarını vermeye başlıyorlar ve her parça karşılığında altın alıyorlar.

Müslüman tacirler çıkıyor ve onlarla alışveriş yapıyorlar. Onlar diyor ki, sen bana kumaş ver ben sana bir kutu altın vereyim.

Müslüman, “Olmaz” diyor. Sen o bir kutu altınla benim her şeyimi satın alabilirsin.

Ama Hollandalılar öyle yapmıyor.

Müslüman “Olmaz” dedi, “ben Müslüman’ım olmaz böyle şey, sen o parayla Hollandalıların gemisini bile satın alırsın.”

Artık o yerliler, dikkat etmeye ve Müslüman olmaya başlıyor.

Sevgili Peygamberimiz:

“Bizi aldatan bizden değildir” demiş. (Beyhaki, Sünen-i Kübra 5/355 Hadis no 11280, İn-i Hıbban 1107, Ebu Nüaym, Hılye 4/188)

Müslüman aldatmaz. Bunu bu hale getiren de Kur’an’dır. Bizim ülkemizde gavurluğu yaymada etkili olan bir bakan, emekli olduktan sonra “Allah bir” diye bir kitap yazdı.

Kitapta 70-80 sayfalık bir şiir var.

Yani yaptıklarına pişmanlığını anlatan bir kitap.

Anlatırken bir yerde şöyle diyor:

“Madem yoksa nedir bu inkâr,

İnkârıyın içindedir ikrar”

Kâfirler artık inkârdan vazgeçiyor ama bu sefer de başka şeye inanıyorlar.

Adam, “Allah vardır ama yetkileri sınırlıdır” diyor. “O bizi yaratmıştır ama yönetimimizi bize bırakmıştır” diyor.

Batı’da ahlaksızlıkları, kötülükleri kanunlarla korumaya almışlar.

Adamlar kendi içerisinde ahlaksızlığın her çeşidini kanunlarla korumaya almışlar.

“Önüne geçilemeyince kanunları değiştiriyorlar. Bunun adını da sevimli hale getirmek için özgürlük” diyorlar.

Batı’da devletin sattığı eroin içilen kahvehaneler var.

İnsanlar artık evlerinde içmeye başlıyorlar eroini.

Kiloyla eroin alıyorlar. Bunu engelleyemeyince yasayı değiştiriyorlar.

Sizce bu özgürlük mü? Zorunlu özgürlük mü?

Hâlbuki tabiat kanunlarını uygulamayıp sentetik yiyecekler yiyip, sentetik giysiler giyilirse insanın vücudu zarar görür.

Aynı şekilde kurallar değişirse bu sefer de insanın tabiatı zarar görür.

Biz, Müslümanlar olarak, insanı, insanın kulu, kölesi olmaktan engellemekle görevliyiz.

Rabbimiz, bu İslam ümmetinin görevini açıklarken:

Siz, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten yasaklar, Allah’a iman edersiniz. Ehl-i Kitap da iman etse idi, onlar için daha hayırlı olurdu. Gerçi içlerinden iman edenler vardır. Çoğunluk fasıktır.” (Al-i İmran Sûresi, ayet 3/110)

Görev emrimizde yazılı olanları, günlük okuyup uygulamaya devam edelim.