Siyasette üslubun giderek sertleştiğini dile getiriyor ve bu durumun toplumda ayrışmayı ve kamplaşmayı artırdığı gibi ülkenin ana sorunlarının karşılıklı laf dalaşı arasında adeta kaybolduğuna dikkat çekmeye çalışıyorum. Hemen belirteyim ki, siyasetin zaman zaman sertleştiğini elbette biliyorum ama böylesine karşılıklı olarak siyasilerin birbirlerini değersizleştirme yarışına girmelerinin böylesine yaygın bir şekilde yaşanmasının ilk defa bu dönemde yaşandığını üzülerek seyrediyoruz. Bunun da ötesinde normal günlük açıklamalar bile adeta kavga havasında yapılıyor, insanlar seslerini ne kadar yükseltirlerse karşılarındakinin sesini o kadar duyulmaz hale getirmiş olmanın kendilerine bir avantaj sağlayacağını mı düşüyorlar bilmiyorum ama bu üslubun normal olmadığını, kavga etmeden siyasiler konuşamaz hale gelmişlerse bu işin sonunun nereye varacağını oturup düşünmek gerekiyor.
Ülkeyi yönetmek devlet adamlarının işidir. Çünkü devlet adamları ne akıllarına geleni söylemeyi, muhataplarını mars etmek, muhataplarının söylediklerini topluma duyurmamak için seslerini olabildiğince yükseltmeyi, bunun da ötesinde muhataplarını küçümsemeyi, değersizleştirmeyi marifet bilmez, kendilerini bulunmaz Hint kumaşı olarak görmezler. Kısacası, ilişkilerinde insanları incitmek değil, incitmemeye dikkat ederler. Ancak, geldiğimiz noktada sokak kültürü öylesine siyaset diline girmiş durumda ki bağırmak, hakaret etmek marifet gibi algılanır hale gelmiş bulunuyor. Bu ise toplumu geriyor. Zaten yeterince gerilmiş olan toplum daha da gerilmeye devam edilecek olursa ülkede ruh sağlığını yitirmiş fertler çoğalacaktır. Çünkü insanlar ekonomik olarak gerçekten bunalmış, mutlu azınlık patlayıncaya kadar yerken büyük çoğunluk devletin vereceği üç kuruşluk yardımlarla hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Hâlbuki devletin görevi halkını yardıma muhtaç hale düşürmek değil, yardıma ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürmelerini sağlamaktır. Ancak, ülkemiz öyle bir noktaya sürükleniyor ki insanlar yokluğa mahkûm edilerek devlet desteğine muhtaç hale getiriliyorlar. Galiba böylece iktidar sahiplerinin vatandaşa verecekleri üç kuruşluk yardımlarla kendine muhtaç hale getirmeye çalışıyorlar. Sözü uzatmaya gerek yok, devlet, vatandaşını ne başkalarına, ne de kendilerinden yardım almaya mahkûm etmemeli. Maksadım genel bir ekonomik değerlendirme yapmak değildi. Siyasette üslubun giderek çirkinleşmesine, bunun da ötesinde hakaret yarışına dönüştürülmüş olmasına dikkat çekmekti.
Bu bakımdan Millet Meclisi’nde Bütçe Komisyonu’nda bakanlıkların bütçeleri görüşülürken ortaya çıkan hava, sarf edilen sözlere dikkat çekmekti. Bunun için geçtiğimiz hafta Bütçe Komisyonu’nda sarf edilmiş bazı sözlerin kime ait olduğuna bakmaksızın aktarmak istiyorum. Tekrar belirteyim ki sarf edilen sözler beni gerçekten üzdü ve kendime, nereye gidiyoruz sorusunu sordurdu.
Özellikle İçişleri Bakanlığı bütçesinin görüşmeleri sırasında kısa da olsa komisyondaki havanın televizyona yansıyan kısmı bile insanı üzmeye yetti, Bu bakımdan uzun uzun komisyonlarda kim kime hakaret ettiğini, neler söylediğini aktarmaktan çok bu görüşmelerdeki havayı aksettirecek birkaç cümleyi kısaca aktarmak istiyorum:
Bir taraftan, “Şerefsiz, satılık adam, terörist” haykırışına, cevaben, “Namussuz, hain, aşağılık, yalaka” cevabı geliyor. Bir başka gün şu sözler sarf ediliyor: “Haysiyet fukarası, sefil, zavallı, namert, kifayetsiz, yüzsüz, şerefsiz, terörist, gafil, satılık adam, zekâ problemleri, nah alırsın…”
Bu sözlerin bırakın Millet Meclisi’nde sarf edilmesini sokakta mahalle kabadayıları arasındaki bir kavgada sarf ediliyor olsa bile yakışmaz. Aksine topluma örnek olması gerekenler birbirlerine bu sözleri sarf ediyorlarsa sözü fazla uzatmadan, “Demokrasi ve düşünce özgürlüğü küfür ve hakaret yarışı değildir” demekle yetinmek istiyorum.