Yeniden merhaba değerli kardeşlerim. Yaşantımız, imtihan gereği daima düz bir çizgi üzerinde devam etmez. Bazen inişleri, bazen de çıkışları olur, kolaylıkların olduğu gibi zorluklarında olması kaçınılmazdır. İman ve inanç derecesinden olaylara gösterdiğimiz tepkiler bizlere kazanım ya da zarar verecek şekilde neticelenir. Kişinin kavuştuğu bir imkân, sahip olduğu maddi bir servet veya kazandığı bir makam ve mevkiden dolayı asla şımarmayıp nimeti vereni unutmayacak ki Rabbimizin rızasına nail olsun. Aynı şekilde karşılaştığı bir imtihan veya düştüğü bir zorluktan dolayı sabrederek karşılığını, ecrini Allah’tan (cc) bekleyecek ki makbul olan dereceye erişsin.
Ali İmran Suresi 26. Ayette Rabbimiz De ki: "Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin" buyuruyor. Tedbir kulun takdir Allah’ındır. Bizler kul olarak yapmamız gereken iş için gerekli plan ve programa göre hareket ederiz. Neticesini Allah’tan bekleriz, gelene de razı oluruz. Birilerinin, ben çalıştım emek ettim, çabaladım mücadele ettim kazandım anlayışıyla düştüğü yanlışa asla düşmeyiz. Verenin Allah olduğunu biliriz.
Kasas Suresi 78. Ayette “Karun, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).
Karun “ben” dedi, kazancını kendi becerisinden dolayı verildiğini söyledi. Benzer durumu sahabeden Salebe örneğinde görüyoruz. İnsanların yoklukta ki acizliğini, içler acısı durumdan kurtulup servete kavuşunca unutmasını inanç eksikliği olarak yorumlayabiliriz. Mal, mülk, makamın gücünü elinde tutanlar, ondan aldığı güce güvenerek materyalist inanca kayıyor. Gücü maddenin verdiğini sanarak maddeyi vereni unutma gafletine düşüyor.
Bu bölümde Yahudi kavminin ıslahı için gönderilen Allah’ın kendisine “Kelamullah” dediği Hz. Musa’dan (as) ve ona yardımcı olan kardeşi Hz. Harun’dan (as) bahsedeceğiz. Kavmine tebliğ için gönderilmeden önce O’nu olgunlaştırıp bu göreve hazırlama süreci olan, çocukluğundan başlayıp zor ve çetin imtihanla geçen hayatını hatırlayalım.
Dönemin Mısır Kral’ı Firavun (III. Thutmose) gördüğü bir rüyanın yorumuyla Yahudi olan erkek çocuklarını öldürttüğü rivayet ediliyor. Araf suresi 127. ayette bu durumu Rabbimiz şöyle bildiriyor: “Firavun kavminin önde gelen yetkilileri: 'Sihirbazları öldüreceksin de Musa ve kavmini, yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi kendi hallerine bırakacaksın?' dediler. Firavun da: 'Merak etmeyin! Bilakis onların erkek çocuklarını öldürecek, kız çocuklarını da kullanmak üzere sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstün bir güç ve hâkimiyete sahibiz' cevabını verdi.”
Hz. Yakup’un neslinden olan İmran’ın oğlu Hz. Musa dünyaya geldi. Doğumdan sonra Firavun’un adamları içeri girdi. O an, Musa’nın (as) annesi, heyecan ve telaş içinde çocuğu tandırın içine gizlediği rivayet ediliyor. Daha sonra kendisine Allah’tan bir ilham geldi; çocuğunu emzirmesi, onu Nil nehrine bırakması emredildi ve evladının kendisine geri verileceği, büyük bir peygamber olacağı müjdelendi. Bu durumu Kasas Suresi 7. ayette “O’nu emzir! Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde O’nu denize (Nil nehrine)bırakıver! Hiç korkup kaygılanma! Çünkü Biz, O’nu sana geri vereceğiz ve O’nu peygamberlerden biri yapacağız” diye bildirdik” buyuruyor.
Sandık Nil’den sarayın bahçesine geldi. Cariyeler onu alıp Âsiye validemize götürdüler. Yusuf’a (as) iman eden Mısır Melikinin soyundan gelen Âsiye, Firavun’un hanımıydı. Kendisine getirilen Musa’yı görünce, gönlünde O’na karşı büyük bir merhamet ve sevgi oluştu. Çocuk çok güzeldi. Durumu Firavuna açıp çocuğu sarayda yetiştirelim bizim çocuğumuz olur diyerek ikna etti. Bu durumu Kasas Suresi 9. Ayette rabbimiz bildirmiştir. Firavun’un karısı, O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz” demişti. Onlar işin farkında değillerdi.
Hz. Musa’ya bir sütanne arandı. Fakat çocuk, hiçbir anneyi emmiyordu. Musa’nın (as) ablası Meryem, annesinin sütannesi olabileceğini haber verdi.
“…Eğer Biz, (vadimize) inananlardan olması için onun (Musa’nın annesinin) kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. (Bu benim oğlumdur, deyiverecekti.)” (Kasas 10. Ayet)
“Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.” (Kasas 11. Ayet)
“Biz, daha önce onun, sütanalarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi. (Kasas 12. Ayet)
“Böylece biz, anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, Allah’ın vadinin hak olduğunu bilsin diye onu anasına geri döndürdük. Fakat onların pek çoğu bunu bilmezler.” (Kasas 13. Ayet)
Canıyla imtihan olunan Hz. Musa (as) çileli ve zor bir süreci Allah’ın yardımıyla atlatmış oluyordu. Firavun, Hz. Musa’yı bulup öldürebilmek maksadıyla rivayete göre 980.000 masumu katletmişti. Cenâb-ı Hak ise Hz. Musa’yı baş düşmanının sarayında yetiştirecek, O da, bir gün Firavunu tahtı ve saltanatıyla birlikte hak ile yeksan edecekti. Çünkü peygamberler, Allah’ın hususi terbiye ve koruması altındadırlar. Nitekim Hazret-i Peygamber (sav), bir hadisinde şöyle buyurmuşlardır: “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 12)
Musa (as) ile devam edeceğiz, Allah’a emanet olunuz...