Allah’ın rahmeti, bereketi ve selamı üzerinize olsun. Rabbimizden geleni anlamaya yönelik gerçekleştirdiğimiz düşünce ve tefekkür yolunun dostları, canları bize rehber olarak gönderdiği peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’e salat ve selam olsun, O’nun şefaati üzerimize olsun inşallah. Ahzab Suresi 21. ayette “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır” buyuruyor. Efendimizin rehberliği ve örnekliğinde Allah’ın rızasını kazanmak maksadımız. İnsanın muhafazası başlığı ile başladığımız yazımıza devam ediyoruz. Allah’u Teâlâ anlayışlı kılsın inşallah.

İnancı derece olarak, tahkiki ve taklidi iman diye iki kısımda ele almıştık. Tahkiki imanın, şuurlu bir şekilde kişinin kendisinin idrak ederek iman etmesidir diye tanımlamıştık. İman etmek için iman edeceğimiz değeri bilmemiz, imanın Rabbimizi tanımaktan ve O’na itaat etmekten geçtiğini anlamamız gerekir. Allah’u Teâlâ kendisini isim ve sıfatlarıyla bizlere bildirmiştir, tanıtmıştır. Büyüklerimiz usul olarak iman esaslarının ilk konusunu “Allah’ın varlığı ve birliğine inanmak” başlığı ile derlemişlerdir. Allah’u Teâlâ’nın isimleriyle O’nu tanımamızı sağlamışlardır.

Vasıf olarak kendisine inanılan, tapılan “ilah” kavramını sıkça duyar ve kullanırız. İlah kelimesi yerine, atalarımız Türkçemizde “tengri, tanrı isimlerini kullanmışlardır. Diğer dillerde Allah’a verilen farklı isimler vardır. Bu konu çokça gündeme geldiği için kısaca değinecek olursak, Rabbimizin kendisine verdiği isimlerin dışında kullanılan isimlerin ibadet değerinin olamadığına hükmetmişlerdir. Arapça kökenli olan İlah kelimesinin ifade ettiği dört ana mana şunlardır; Kendisine kulluk yapılacak şey, Kendisinden yardım istenilen şey, Rızası gözetilecek şey, Hak ve adaleti tanzim edici, kanun koyucu varlık. Bir insan Kelime-i Tevhidi söylediği zaman; Allah’tan başka ilah yoktur, "Ya Rabbi! Ben inanıyorum ki… Ben senin bildirdiğin Hak ve adalet ölçülerinin yeryüzünde hâkim olması için bütün gücümle çalışacağım" demiş olur. Bu manaya uygun çalışan kişi kurtuluşunu hazırlamış olur.

Taklidi iman derecesi; inancın zayıf olduğu ve kişinin anne babasından gördüğü, duyduğu şekliyle inanmasıdır. Geleneklere göre uygulamaya çalıştığı yaşam biçimidir. Rahmetli Erbakan Hocamız sıkça taklitçi zihniyet vurgusu yapardı. Sözü üzerine tefekkür ediyorum da ne kadar doğru bir tespit, ne kadar doğru bir eleştiriymiş. İnsanlığın faydasına olan hiçbir gelişimi ve hizmeti önemsiz görmüyoruz, aksine insanlığı maddi kazanç malzemesi gören anlayışa ve şeytani planlarıyla insanlığı kullanmaya çalışan güce sözümüz.

Taklitçiliğin geldiği noktayı hem inanç olarak hem de yaşayış biçimi olarak ele alacak olursak, Batının üstünlüğünü kabul eden bir anlayışı topluma dayatarak İslam’dan uzaklaştırdılar. Sağlıkta tedavi yöntemlerini onların tecrübelerine göre uyguladık, Nebevi metotları bilimle bağdaştıramadık. Eğitim modelini onlardan aldık, uyguladık. Hatta Avrupa üniversitelerinde okumayı çağdaşlık ve şeref derecesi olarak gördük. İzzet ve şerefin Allah’ın yanında olduğunu unuttuk da imanımızın azaldığını göremedik.

Basitçe örnek verecek olursak evlerimizin imar planı batı mühendislerinin tasarladığı modelin kopyası olarak şehirlerimizde inşa edildi. Abdest alacağımız lavaboya kadar onlardan gelen tasarım neyse aynısını uyguladık. Kadın abdest için yüksekçe lavaboya ayağını kaldırarak ayağını yıkamak zorunda bırakıldı. Tuvalet banyo bir arada, bize uygun olmayan birçok şeyde taklitçilik yapıldı. En azından Müslümansın kendi inancına uygun olarak dönüştür kaygısı güdülmedi. Araç gereçlerimiz batıdan geldi, kullandıkça zamanla onlar gibi hissetmeye başladık, bugün gelinen noktada namaz olmasa hangi davranışımız ya da görüntümüze Müslümanca diyebiliriz.

Batı medeniyeti Rönesans’la beraber teknik olarak ilerleyince, bizim yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz onları referans alarak kanunlarını düzenleyip yürürlüğe koydular. Özellikle son yüzyıl artan batı hayranlığı ve taklitçiliği siyasetten ekonomiye, teknikten eğitime varıncaya kadar hemen hemen her alanda karşımıza öz güveni olmayan, tarihinden habersiz bir anlayış ortaya çıkardı. Körü körüne batıyı bizden üstün görmek gibi bir yanılgı içine girildi. Medeni dedikleri, aslında insan fıtratına uygunluğu tartışılacak kanunları kabul etmemiz, birçok alanda onlarla birlikte hareket etmemiz kimliğimizi kaybettirdi. Ortaya ucube ne yaşadığını bilmeyen bir topluluk ortaya çıkardı.

Batının dünya üzerindeki hâkimiyetini okuyacak olursak; Kan, zulüm, kargaşa, korku, gözyaşı ve koca bir hiç. Ahiretini kaybettiğinin farkında olmayan insanlar yığını. İşte tamda mücadelemiz bunun ortadan kalkması, adaletin hâkim olması içindir. Budan dolayı Allah’ın insana uygun yaşayış modeli İslam’ın yeryüzüne hâkim olması için gayret ediyoruz. Allah’ım bu inançla bizleri kabul et, bizlere fırsat ver! ÂMİN.

Allah’a emanet olunuz...