Milli Görüş’ün kurucu lideri Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı anlamak için öncelikle Milli Görüş şifresini çözmek gerekir. Merhum Erbakan, bir televizyon konuşmasında: “Bizim davamız hak davadır. Milli Görüş haktır. Siyaset değil, matematiktir. Milli Görüş, matematiği ispattır.” diyordu.  O halde Milli Görüş, bizatihi Erbakan tarafından açıklaması yapılmış bir şifredir.

Evet, Milli Görüş’ün izahı, bizzat Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından yapılmıştır. Ancak maalesef birçokları ya yanlış anlamış, ya da hâlâ anlayamamış.

Erbakan, zaman zaman meşhur ifadesiyle bunu şu şekilde dile getiriyordu: “Beni Hans anladı ama Hasan anlamadı.”

Bu gün ben de Milli Görüşçüyüm deyip de farkında bile olmadan küresel emperyalizm ve ırkçı Siyonizm'in oyuncağı haline gelmiş niceleri var. Yine Erbakan’ın ifadesiyle: “Siyonizm öylesine ustadır ki: ‘Kim, ben mi Siyonizm'e hizmet edeceğim?’ şarkısını söylete söylete kendine hizmet ettirir.”

Buradan şu anlaşılıyor: “Ben, Milli Görüşçüyüm.” diyen herkesin bu mânâda milletini ve hatta bütün Müslümanları uyandırmak gibi bir sorumluluğu var. İşte bu sebepten Milli Görüş’ü çok daha iyi anlamak, bunun için de Milli Görüş şifresini bir kez daha baştan alıp, adım adım çözmesi gerekmektedir.

O halde nedir Millî Görüş ve şifresi nasıl çözülür? …

Milli Görüş şifresi, Bizzat Merhum Lideri Erbakan tarafından oluşturulmuş olan denklemle çözülebilir. Şifreyi çözebilen ise zaten otomatik olarak Milli Görüşçü oluyor. İşte, o zaman ayağı sabit kalıyor, bir sarsıntıda hemen savrulmuyor...

O halde ayakların sabit kalması adına Erbakan’ın adımlarını takip ederek Milli Görüş şifresini adım adım nasıl çözülebilir ona bakalım!..

Denklem şu;

* Yaşanabilir bir Türkiye 

* Yeniden büyük Türkiye ve

* Yeni bir Dünya

Bunlar, insanlığın saadetini hedef almış üç aşamalı bir sistemin anahtar cümleleridir. Her aşaması bir plan-proje dâhilinde gerçekleşecektir. Esas amaç, ‘Yeni bir Dünya’nın kurulmasıdır ki bununla zulüm düzeni ortadan kalkmış ve tüm insanlık saadete kavuşmuş olacaktır. Tabi bunun için önce ilk iki sistemin gerçekleşmesi gerekiyor.

Her bir sistemin temeli, bizzat Erbakan tarafından atılmıştır zaten. Bundan sonrası, o temellerin üstüne saadet binasını inşa etmektir. Demek ki iş, daha da kolay!

Yalnız denklemi açıp ve şifreyi adım adım çözebilmek için önce çok kısa da olsa Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadarki stratejik bazı bilgilere sahip olmak gerekir ki işin ehemmiyeti daha bir net anlaşılsın.

Öncelikle Lozan Barış Antlaşması ele alınarak, bağlı olarak da Haim Nahum Doktrini nedir ona bakmak gerekir

Osmanlı’yı yıkmayı başaran batılıların, ülkemizi parçalama ve İslam’ı yok etme planları, ecdadın Çanakkale’de iman gücüyle verdiği mücadeleyle suya düşmüş, Milletin Kurtuluş Savaşı’ndaki azmi ile de bütün ümitlerini kaybetmişlerdir.  Ancak tabi su uyur, düşman uyumazdı...

Kurtuluş Savaşı sonrası Yeni Türkiye Devleti kurulma çalışmaları başlatılmıştı. Ülkenin yeniden muhtemel bir savaşa girmesi beraberinde büyük sıkıntılar getirecekti. Bunun için Batılılarla barış antlaşması yapılması gerekiyordu.

Nihayet 20 Kasım 1922’de Lozan’da barış görüşmeleri başladı, fakat bir türlü anlaşma imzalanamıyordu. Batılıların talepleri, Çanakkale ve Kurtuluş savaşı ruhuna tamamen aykırıydı. Savaşla ülkemizi parçalayamadıkları için masa başında amaçlarına ulaşmak istiyorlardı. O nedenle, görüşmeler aylarca sürecek fakat bir türlü netice alınamayacaktı. Nihayet 4 Şubat 1923’de 2,5 ay kadar süren görüşmelere son verilecekti.

Ancak bir süre sonra Türk heyetinde bulunan Osmanlı yahudilerinin son hahamı Haim Nahum, batılılara şöyle bir öneride bulunacaktı: “Siz Türklerle savaşarak baş edemezsiniz. Çünkü ben onları iyi tanırım, onlarda iman gücü var. Gelin, toprak bütünlüğü konusundaki taleplerini kabul edin. Fakat, onları aç bırakın, işsiz bırakın, borca esir edin, dinden uzaklaştırıp kolay lokma haline getirin. Böylelikle daha kolay parçalar ve yutarsınız." Merhum Erbakan, buna ‘Haim Nahum Doktrini’ diyordu.

Öte yandan Türkiye’de ileri gelenler, bir an evvel devlet olmanın yollarını arıyorlardı. Bunun için de taviz vermek gerekir kanaatindeydiler. Nihayet 23 Nisan 1923’de Lozan’da görüşmeler yeniden başlatıldı. Takvimler 24 Temmuz 1923’ü gösterdiğinde ise topraklarımızdan ve kutsal değerlerimizden birçok tavizler verilerek antlaşma imzalanmıştı.

Burada dikkat çeken bir husus var ki o da antlaşma ile ilgili tarihlerin sıradan tarihler olmamasıydı. Lozan’da yeniden görüşmelerin başlatılması çok büyük bir tevafukla  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (23 Nisan 1920) açılış yıldönümüne rast gelmesi ve anlaşmanın sağlandığı ve de imzaların atıldığı gün ise yine büyük bir tevafukla Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin bekası adına ilan edilmiş olan II. Meşrutiyet’in (24 Temmuz 1908) açılış yıldönümüne denk gelmişti. Bütün bunlara rastlantı demek ne derece mümkündür? Bu tarihlerin seçilmesi Batılıların İslam’a ve Milletimize besledikleri kinin açık ifadesiydi. Yani ki sizin özgürlük ilan ettiğiniz tarihlerde biz size dışa bağımlı hale getiren antlaşmaya imza attırıyoruz.

Merhum Erbakan, mevzuunla ilgili İsmet İnönü’nün çok daha sonra yaptığı açıklamaları da şöyle ifade ediyordu. İsmet İnönü, 1973 senesinde yaptığı bir televizyon konuşmasında anlaşmanın sağlanmasıyla ilgili şunları söylüyor: “Benim Lozan’da en büyük güçlüğüm bize olan itimadı sağlayabilmekti. Hiçbir zaman bize itimat etmediler. Biz de açık konuşamıyorduk. Çünkü halkın arzusuyla Batılıların arzusu çatışıyordu. Bize dediler ki: ‘Lozan’a madde koyacağız. Kanunlarınızı Kur’an'a uygun olup olmadığı noktasında denetleyeceğiz…’ Bunun için Adalet Bakanlığımızda on sene müddetle müşavir bulundurarak uygunluk konusunu tetkik edeceklerdi. Biz de isteklerini memnuniyetle kabul ettik. …”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu ve anlaşma gereği batılı müşavirler göreve başladılar. Ancak, üçüncü senenin sonunda batılılar, müşavirleri geri çekerek; “Artık gerek kalmadı. Çünkü siz, samimi olarak bu vaadinizi yerine getiriyorsunuz.” dediler…  

Lozan’ın gizli kararları diye de adlandırılan Haim Nahum doktrini bir bir uygulanıyordu. Özellikle tek parti döneminde ağır vergiler konularak zaten yoksul olan halk, daha da yokluğun pençesine atılıyordu. Yoklukla mücadele verirken dini değerlerinden de bir bir koparılıyordu. Ezan Türkçe okutuluyor, Kur'an eğitimi yasaklanıyor, camiler kapatılıyordu… Özellikle Cumhuriyet'in, 30’lu 40’lı yıllarında Müslümanların hayat tarzları iyiden iyiye Batılılaşmış, öte yandan devlet de dış borçlanmaya başlamıştı.

Bu gün itibariyle bakıldığında gerek manevi ve gerekse ekonomik anlamda ülkemiz, oldukça zor zamanlar yaşıyor.  Milletimiz, inancından uzaklaştırılmaya çalışılıyor  ve bu da beraberinde haramları getiriyor. Hem de maneviyata önem veriyor kisvesindeki idareciler eliyle...  Kısacası emanet ehline verilmediği gibi, devlet idaresi de işbirlikçi anlayışın insafına terk edilmiş durumdadır... Netice itibariyle, bugün ülkemizde içki, kumar, faiz, fuhuş, bir anlamda tavan yapmış cana ve mala kastetme, adam kayırma almış başını yürümüştür. Bir yandan halk yoksullaştırılıyor bir yandan da borca esir ediliyor...

Bu gidişle ülkemiz batışın eşiğine belki çoktan gelmiş olacaktı ama Milli Görüş’ün ülkemiz yönetiminde söz sahibi olduğu dönemler de yapmış olduğu hamleler batılıların bu planlarını sekteye uğratmaya yetmişti. Yetmişti de bu planların tamamen suya düşmesi ve insanlığa saadetin gelmesi için Milli Görüş’ün yeniden iktidar olması gerekiyor...

Bundan sonraki bölümlerde anahtar cümlelerin açılımlarını yapacak ve böylelikle Milli Görüş şifresini çözmüş olacağız.