Anadolu'nun ilk camisi olarak kabul edilen ve 6 Şubat'taki depremlerde tamamen yıkılan Habib-i Neccar Camisi'nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü kontrolünde aslına uygun inşası için çalışmalara başlandı.
Kahramanmaraş merkezli depremlerde kentteki çok sayıda bina ve iş yerinin yanı sıra tescilli vakıf kültür eserleri de yıkıldı veya ağır hasar aldı.
Antakya'nın 638 yılında Müslüman Arapların eline geçtiği dönemde inşa edilen ve avlusunda Hazreti İsa'nın üç elçisinin mezarının bulunması sebebiyle Müslümanlar kadar Hristiyanlar için de önemli merkezler arasında yer alan Habib-i Neccar Camisi de depremlerde yıkıldı.
Depremin hemen ardından Afet Bölgesi Kazı Başkanlığınca kurtarma çalışmalarına başlanan tarihi camide, nitelikli eserler ayrıştırılarak Kültür Enkazı Döküm Sahası ve Ayrıştırma Merkezine taşındı.
Molozlardan temizleme çalışması yürütülen camide, Vakıflar Genel Müdürlüğü kontrolünde, Konya Büyükşehir Belediyesi sponsorluğunda aralarında mimar, restoratör ve sanat tarihçilerinin de bulunduğu 40'a yakın ekiple yeniden inşa da kısa süre içinde başlayacak.
Güçlendirme ve projelendirme çalışmalarının ardından tarihi caminin inşası tamamlanacak.
- "Fen ve sanat kurallarının gerektirdiği şekilde inşa edilecek"
Hatay Valisi Mustafa Masatlı, AA muhabirine, hoşgörü, kardeşlik ve huzurun sembolü Habib-i Neccar Camisi'nin çok önemli bir yer olduğunu söyledi.
Caminin, Antakya'nın 638 yılında Müslüman Arapların eline geçtiği dönemde inşa edildiğini dile getiren Masatlı, "Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olduğu kabul edilir. Kurtuluş Caddesi'nde bulunan cami, Hz. İsa'nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşımaktadır." dedi.
Masatlı, Habib-i Neccar Camisi'nin Vakıflar Genel Müdürlüğünce 2006'da esaslı, 2013'te de basit onarım çalışmasından geçtiğini hatırlattı.
Depremlerde caminin tamamen yıkıldığını hatırlatan Masatlı, şöyle konuştu:
"Rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri mevcut olan caminin, rekonstrüksiyon (yeniden kurma) ihalesi yapılarak ayıklama ve temizleme çalışmalarına başlanmıştır. Yapının deprem gerçekliği göz önünde bulundurularak proje çalışmaları devam etmekte olup, cami gelecek nesillere aktarılacak bir şekilde aslına uygun fen ve sanat kurallarının gerektirdiği şekilde inşa edilecektir."
Masatlı, caminin inşasının 2 yıldan fazla sürebileceğini kaydetti.
Habib-İ Neccar Kimdir? Kısaca Hayatı Ve Ölümü
Kur’ân-ı Kerîm’de, “karye” halkını Hakk’a davet etmek için bir şehre (Karye) gelen iki elçiye destek olmak üzere bir üçüncüsünün gönderildiği, halkın bunlara karşı çıktığı, sadece şehrin uzak bir yerinden gelen bir kişinin iman edip onları desteklediği ve bu kişinin, açıkça ifade edilmemekle beraber âyetin gelişinden anlaşıldığına göre şehir halkı tarafından öldürüldüğü, onun imanı sayesinde cennete girdiği, kendisine kötülük eden şehir halkının ise bir sayha ile helâk edildiği anlatılmaktadır (Yâsîn 36/13-29).
Müfessirlere göre elçilerin adları Yuhannâ, Pavlus ve Şem‘ûnü’s-Safâ (Simun Petrus), gönderildikleri şehir ise Antakya’dır. Bunların tebliğini kabul eden mümin kişinin adı da Habîb b. Mûsâ, Habîb b. İsrâil veya Habîb b. Mer‘î’dir. Tefsir kitaplarında Habîb’in neccâr (dülger), ipekçi, kassâr (bez ağartan) veya ayakkabıcı olduğu, günlük kazancının yarısını ailesine ayırıp diğer yarısını tasadduk ettiği, cüzzam hastalığına yakalandığı için şehirden uzak bir yerde oturup ibadetle meşgul olduğu, iman ettiğini açıklayıp halkı da iman etmeye çağırınca taşlanarak, linç edilerek veya hızarla kesilerek öldürüldüğü, kesilmiş başını eline alıp yürüdüğü rivayet edilir. Kur’an’daki âyetlerin üslûbu Hz. Peygamber zamanında bu kıssanın bilindiğini göstermektedir. “Bir misal olarak şu şehir halkını onlara anlat” meâlindeki âyetle (Yâsîn 36/13) kıssa hatırlatılarak şehir halkının âkıbetinden ibret alınması öğütlenmektedir. Bu şehrin neresi olduğu, hadisenin ne zaman vuku bulduğu ve iman ettiği bildirilen şahsın kimliği konusunda hadislerde de bir bilgi bulunmamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Semûd kavmi (Hûd 11/67; el-Kamer 54/31), Medyen ehli (Hûd 11/94), Lût kavmi (el-Hicr 15/73) ve Ashâbü’l-Hicr (el-Hicr 15/83) gibi kavimlerin Allah’ın elçilerini dinlemedikleri için bir sayha ile helâk edildikleri belirtilmektedir. Yâsîn sûresinde söz konusu edilen şehrin bu kavimlerden birine ait olup olmadığı bilinmemektedir. Müfessirlerin olayın meydana geldiğini söyledikleri Antakya’da milâttan sonra 35 yılında bir deprem olduğu bilinmekteyse de bunun Kur’an’da anlatılan hadise ile ilgisinin tesbit edilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan tefsir kitaplarında elçileri bu şehre Hz. Îsâ’nın gönderdiği rivayet edilir. Hıristiyan kaynaklarında Hz. Îsâ’nın tebliğ faaliyeti esnasında Antakya’ya elçi yolladığına dair bilgi yoktur. Onun semaya urûcundan sonra Kudüs’teki hıristiyanlar tarafından bu şehre gönderilen Barnaba Tarsus’tan Saul’ü de (Pavlus) yanına çağırmış, ikisi birlikte bir yıl süre ile orada yeni dini yaymışlardır (Resullerin İşleri, 11/22-26). Pavlus ile Barnaba Antakya’da iken daha sonra Simun Petrus da oraya gitmiştir (Galatyalılar’a Mektup, 2/11). Ancak Ahd-i Cedîd’de Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan kıssaya benzer bir olay yer almamaktadır.
Ahd-i Cedîd’de sözü edilen Agabus’un (Resullerin İşleri, 11/27-28) Habîb en-Neccâr olduğu ileri sürülmüşse de (İA, V/1, s. 9) bunu ispat edecek hiçbir delil yoktur (EI2 [Fr.], III/1, s. 12-13). Agabus’la ilgili Ahd-i Cedîd’deki bilgi şöyledir: “O günlerde Yeruşalim’den Antakya’ya bazı peygamberler indiler. Bunlardan Agabus adlı biri kalkıp bütün dünya üzerinde büyük bir kıtlık olacağını Ruh vasıtasıyla bildirdi; bu da Klavdius’un günlerinde oldu” (Resullerin İşleri, 11/27-28). Ahd-i Cedîd’de Agabus’un bu hadiseden sekiz yıl sonra Kaysâriye’deki faaliyetinden de bahsedilir (Resullerin İşleri, 21/10-11). Grekler, Agabus’un Hz. Îsâ’nın seçtiği yetmiş şâkirdden biri olduğuna ve Antakya’da şehid edildiğine inanırlar (DB, I/1, s. 259). Ancak, Agabus şehid edilmişse de nerede öldürüldüğü bilinmemektedir (EI2 [Fr.], III/1, s. 13).
Antakya’da Habîbünneccâr (Silpius) dağının eteklerinde, aslı bir Roma tapınağı iken Bizans döneminde kiliseye, İslâmî dönemde camiye çevrilen ve aynı adı taşıyan binanın altındaki üç mezardan birinin ona ait olduğu ileri sürülmektedir.