Dünya hayatı bir kez yaşanıyor. Sonra insan, ölüm perdesinden süzülüp Ukbâ hayatına geçiyor. Tabii buna inanıp-inanmamak bu sonucu değil, sadece kişinin kendi akıbetini etkiler. Oysa biraz düşünüp biraz da tefekkür etmekle aslında çok şey değişebiliyor.
Düşünce üzerinde herkes az-çok belli bir bilgiye sahiptir ancak tefekkür için aynı kanaati taşımıyorum şahsen...
Peki nedir bu tefekkür?..
Tefekkür, mahlûkat üzerinden Hâlık'a ulaşmaktır.
Tekrar ediyorum,
Tefekkür, mahlûkat üzerinden Hâlık'a yani Yüce Yaratıcıya yani Allah’a ulaşmaktır.
Onu bulduktan sonra ise tam teslimiyetini arz etmektir.
İşte bunu başarabilen kâmil mânâda iman etmiş olur ki İnşallah Rabbinin lütfuyla onun cennetini kazanır.
Burada elde edilecek kazanım sadece öteki âlem ile sınırlı değil elbette ki. Eğer tefekkür edebilse insan, bu dünyada da huzurun membaına ulaştığını fark edecektir.
...
Ne mi yapmalı? ...
Evvela şu fani âlemle olan bağları biraz gevşetmek lazım. Sonra biraz derin düşüncelere dalmalı. Zaten arkasından tefekkür gelecektir.
Ben kimim?..
Nasıl bir varlığım?..
Neden varım?..
Nasıl var oldum?..
Ölüm var!..
Bir gün doğan başka bir gün mutlaka ölüyor!..
Öldükten sonra ne olacağım?..
Şu uçsuz bucaksız âlem denen varlık neden var?..
Nasıl var oldu bu Evren?..
Başlangıcı nedir? Bir başlangıcı var ise ondan öncesi nedir?..
Sonu var mı? Sonu varsa ondan ötesi nedir?..
Bu devasa yapı kendiliğinden nasıl var olabilir ki?..
Kendiliğinden var olan bir yapı kendiliğinden nasıl böylesine muhteşem bir ahenk içerisinde seyr-i endam edebilir ki?..
Tıpkı insan gibi bu evrenin de bir sonu olacak mı?..
...
Peki ya insan kendiliğinden nasıl böylesine bir mükemmeliyete sahip olabiliyor?..
Organlarım, kalbim, atar damarlar, toplar damarlar; ağız, burun, göz, kulak... her birinin farklı farklı görevi var ve her biri farklı farklı hücre yapısından oluşmuş. Öte yandan sanki birileri kontağı açmış da marşa basmış ve vücut bir araba misali çalışmaya başlamış, hiç ama hiç durmamacasına...
Düşünebiliyorum!..
Konuşabiliyorum!..
Yorum yapabiliyor, karar verebiliyorum!..
Yeyip, içip, yürüyüp, koşabiliyorum!..
Hiç yoktan topraktan canlar yetişiyor-yeşeriyor.
Bir bakmışsınız toprak ana doğum yapmış, karnından milyarlarca karınca türemiş, doğayla tanışmış, nefes almış, nefes vermiş.
Bitkiler, türlü türlü yemişler, meyveler...
Hayvanat, kuşlar, balıklar
Dağ, deniz; hava, oksijen,
Uçaklar, gemiler...
Yollar, yokuşlar, tırmanışlar...
...
Ya sonra?..
Sonra ölüm perdesinin ötesine süzülüyor insan!..
Ölüm insan için nasıl bir son olabilir ki?
Ölümle yok olunacağını düşünmek bir aczi-yet ifadesi olmaz mı?..
Düşünen bir varlık ölüm ötesini de düşünebilmeli elbette. En azından araştırabilmeli...
...
Düşünce, insan beyninin bir ürünüdür. Beyin bedenin yönetim merkezidir.
Peki, ölüm ötesini düşünce ile bulmak mümkün müdür? Beyin buna muktedir midir?
...
Aslında beyin, algıladıklarına itibar eder ve onlar üzerinden bir tarz oluşturur. Yani o, algılamadıklarını bulmaya muktedir değildir.
Ölüm ötesini gösterir membalar vardır. İşte beyin bu membaları algılamalı ki ötelerden haberdar olabile ve ona göre düşünceler üretebile.
Bu kıvama gelirse şayet insan, o membaların İlâhi mesajlar yani Kur’an ve Peygamber’in takip ettiği yol olduğunu müşahede edecektir.
Beynin bu membaları algılamasıyla, insan, aslında mahlukatın temelde ‘bu ve öteki’ olmak üzere çift âlem olarak yaratıldığını görecektir.
Bu âlemin de yine madde ve mânâ olmak üzere yine iki alemden yaratıldığının bilincine varacak ve buna bağlı olarak da kendisinin ruh ve beden olmak üzere iki olgudan ibaret yaratıldığını görecektir.
Bedenin yönetim merkezinin beyin olduğu gibi ruhun yönetim merkezinin de kalp olduğunu görecektir.
Beynin bir düşünce merkezi olduğu gibi kalbin de bir tefekkür merkezi olduğunu görecektir.
...
Nihayet bu kıvama ulaştıktan sonra da beyin ve kalp bir ahenk içerisinde hareket edecek ve insan, düşünce ve tefekkür yoluyla Hâlık’i bulacak, netice itibariyle Rabbine teslimiyetini arz edecektir.
Düşünce ve Tefekkür
Mevlüt Şeker
Yorumlar