Yıllardan beri Avrupa’nın bir parçası olduğumuzu, yerimizin AB’nin yanı olduğunu tekrarlıyor ve tekrarlamakla kalmıyor, ısrarlı bir şekilde tüm bağlılık ifadelerimize rağmen AB’nin kapısının açılmasını sağlayamıyoruz. Kısacası bizim kendimizi nerede ve ne durumda gördüğümüz AB ülkelerini fazlaca ilgilendirmiyor ve sonuç olarak, bizi kendilerinden kabul etmiyorlar. İstediğimiz kadar kendimizi AB boyası ile boyayıp ortaya çıksak da sonuç değişmiyor. Biz sadece bizi kabul etsinler diye kapının eşiğinde beklemeye razı ve kendi başarımızı AB’nin başarısı olarak nitelendirsek de değişen bir şey olmuyor. Söz gelimi Yunanistan ile bir problem gündeme geldiğinde AB’nin Yunanistan’ın yanında yer aldığı görülüyor. Bunun ötesinde ABD de bu konuda AB ile birlikte hareket ediyor ve hemen saflarını Yunanistan yanında belirliyorlar. Elbette kendi kararlarını vereceklerdir. Bizim gönlümüzden geçeni yapmalarını beklemenin bir anlamı olmadığını da görüyoruz. Zaten görmemek için ya kör olmak ya da gözlerimizi kapatarak görmezden gelmemiz gerekiyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, NATO Dışişleri Bakanları toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin bölgede barış ve istikrar için güvence olduğunu belirterek, “Türkiye’nin başarısı Avrupa’nın da başarısıdır. AB yeni bir genişleme süreci başlatmalıdır” diyerek, öyle anlaşılıyor ki; böyle bir yeni süreç başlatıldığı takdirde AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul edeceği kanaati söz konusudur. Bu noktada NATO ile ilişkiler konusunda da benzer bir durumun söz konusu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Türkiye’de Yunanistan gibi hem de daha kıdemli NATO üyesi olmasına rağmen ABD bir yandan Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı silahlandırıyor, bir ihtilaf söz konusu olduğunda uluslararası platformlarda Yunanistan’ın çizgisinde tavır alıyor. Hâlbuki AB, kuruluşundan bu yana çeşitli kereler üyelik süreci başlattı, yeni üyeleri kabul etti. Ancak Türkiye söz konusu olduğunda kılı kıpırdamıyor. Bu tutumları ile de aslında kendilerince en uygun tavrı sergiliyorlar. Çünkü biz kabul etsek de etmesek de AB, kendisini bir Hristiyan topluluğu olarak görüyor ve bu ölçüye uyan ülkeler söz konusu olduğunda kapılar hemen açılıyor. Türkiye söz konusu olduğunda kapı kapatılıyor. Aynı durumu NATO için de söylemek mümkün. Uluslararası ilişkilerde iki örgüt de çoğu zaman birlikte hareket ediyorlar. Bir başka ifadeyle benzer tavır sergiliyorlar. Bu durum karşısında niçin hâlâ kendimizi AB üyeliği konusunda zorunlu görüyoruz anlamak mümkün değil. Görünen o ki, kapıda beklemenin ötesinde ısrarlı bir şekilde, “Biz de sizdeniz. Bizim safımız da sizin yanınız” diyor olsak da bu düşüncemizin kabul görmediği de ortada.

Sözü uzatmadan bir gerçeği tekrarlamakta yarar görüyorum. Gerek AB gerek NATO ve gerekse ABD ile ilişkilerde Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiğinde AB, NATO ve ABD bir kılıfını bularak Yunanistan’ın yanında yerlerini alıyorlar ve bu konuda hiçbir tereddüt sergilemiyorlar. Bu gerçeğe rağmen hâlâ kendimizi NATO’nun eşit üyelerinden birisi gibi görmemiz, bunun yanında AB’nin Yunanistan söz konusu olduğunda kesinlikle onun yanında yer almayı sürdürecekleri gerçeği ortada iken kendimizi birtakım hayallerle kandırmamızın anlamı sanıyorum yok. Bizim kapıda bekletilmemiz AB açısından bir işe yarıyor olacak ki, kapıdan kovmuyorlar.

NATO’nun kuruluşunun sözde Rusya’ya karşı oluşturulduğu hatırlandığında geldiğimiz noktada bu söylemin de hiçbir anlamı kalmamış durumda. Çünkü ABD ve Rusya, dünyayı sömürü konusunda birlikte hareket ediyor, birbirlerine çeşitli yollarla destek veriyorlar. Bu bakımdan artık ille de biz Batı dünyasının bir parçasıyız demekten vazgeçmek gerekiyor. Aksi halde zaman kaybımız devam edecektir.