Bu yazımızda yaklaşan kurban bayramı vesilesi ile kurbanın ne anlama geldiğini derlemeye çalışacağız. İnancımızın getirdiği gelenek gereği toplumun çoğu kesiminin gündemindedir kurban. Hatta dinlerin çoğunda farklı şekillerde bilinen ve yer bulan bir konumdadır. Kurban insanlık tarihinden günümüze kadar haberi gelen önemli olayların başında gelir. İlke olarak söze ayetlerle başlamak, tesiri bakımından önemsediğim bir husustur. Allah’u Teâlâ Kuran’da birçok kez nimetlerinden bahsederken, hayvanları da istifademize sunduğunu beyan ediyor.

   Enam Suresi 142 - “Gerek yük taşımaya elverişli olan, gerek derisinden, yününden, tüyünden sergi yapıp kullandığınız ve etinden, sütünden faydalandığınız evcil hayvanları yaratıp emrinize veren de Allah’tır. Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan yiyin ve şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü şeytan, sizin için apaçık bir düşmandır” Allah’u Teâlâ Bakara Suresinde “Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini öğretti” ayeti ile isimleriyle birlikte onlardan nasıl yararlanacağının ilmini de öğrettiği tefsirlerde açıklanıyor. İnanın bu konuya göz attığımızda birçok surede Rabbimiz hayvanlardan nasıl yararlanacağımıza kadar detaylarıyla bizlere bilgi vermiştir.

 Biz bunu ifade ederken sözüm ona inançsızlığı modernlik zannedip dini meselelerden habersiz olanları bu ayetlerle buluşturmak. Yasin Suresi 71, Zuhruf 12, Nahl 5, 10, 66 ve 80, Taha 54, Hac 30. Ayetlere bakmanızı tavsiye ediyorum. Bu ayetlerde hayvanların bizlere nimet olarak verildiği ve onlardan nasıl faydalanacağımız ifade ediliyor. İnsanlık adına birçok ciddi meseleler dururken, kurban meselesine katliam gibi bakmayı cehalet olarak görüyorum. Zira mezbahalarda bizler için her gün onlarca hayvan hazırlanırken, balıklar avlanıp sofralarımıza getirilirken yemekten çekinmeyip, kurban ibadetine bakış açımız pekte samimi gelmiyor.  İslam’ın merhamet ve adalet anlayışıyla hayvanlara her türlü eziyeti ve zulmü yasakladığını biliyoruz.

 Meselemize dönecek olursak ilk kurban, Hz. Âdem’in (AS) ilk çocukları Habil ve Kabil’in Allah’a hediye sunmaları Maide Suresi 27.ayette “Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçeğe uygun olarak anlat: Hani ikisi de birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, diğerine, “Andolsun seni öldüreceğim!” dedi. O da dedi ki: “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” şeklinde anlatılmıştır. Diyanetin Kuran Yolu Tefsir ’inden bu konu hakkında alıntı yaparak istifadenize sunuyorum.

 Sözlükte “yaklaşmak, yakın olmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile kılınan şey” anlamlarına gelen kurban kelimesi, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce kesmek veya bu şekilde kesilen hayvan” demektir. Kurban kelimesi Kur’an-ı Kerîm’de üç yerde geçmektedir. Bunlardan birinde İsrailoğulları’nın herhangi bir peygamberden mucize olarak istedikleri ve (gökten inen) ateşin yakacağı bir kurbandan (Al-i İmran 3/183), konumuz olan ayette Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a takdim ettikleri kurbandan söz edilir. Üçüncüsünde ise kelime, müşriklerin Allah’a ortak koştukları tanrıları “yakınlık vasıtası” kılmaları anlamında kullanılmıştır (Ahkaf 46/28).

 Tarih boyunca bütün dinlerde Tanrı’ya kurban sunma uygulamalarının bulunduğu tespit edilebilmekte; fakat kurbanlıklar, kurban sunma şekilleri ve amaçları bakımından farklılıkların bulunduğu gözlenmektedir. Başta tahıl olmak üzere bir kısım bitkiler, para ve hayvanların kurbanlık olarak sunulduğu hatta insanların kurban edildiği görülmektedir. Hac suresinin ilgili ayetinden (22/34-37) ilahi dinlerin hepsinde “ibadet amacıyla hayvan kesme” anlamında kurban ibadetinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan Yahudilik ve Hristiyanlıkta ise kurbanla ilgili değişik anlayış ve uygulamalar vardır. Bu arada Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, kurban kavramına özel bir anlam katmakta, insanoğlunun günahına karşılık Tanrı’nın Hz. İsa’yı feda ettiğine inanılmaktadır. Bu inancın, insan için insanın kurban edilmesi anlamını içermesine karşılık Kur’an-ı Kerîm’de Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in Allah’ın buyruğuna gönülden teslim olma konusunda verdikleri başarılı sınava değinildikten sonra ilahi bir armağan olarak gönderilen hayvanın boğazlanmasının istendiği bildirilmiş, insanın kurban edilmesi anlayışı kabul edilmemiştir. (Saffat suresi 102-107)

 İslam’da, kurban bayramında kurban kesmenin dini bir hüküm oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabit olup, hicretin 2. yılında konulmuştur. Ancak, bu ibadetin fıkhi açıdan nitelendirilmesi hususunda görüş farklılıkları vardır: Dinen aranan şartları taşıyan kimselerin kurban bayramında kurban kesmeleri Ebu Hanife’ye göre vaciptir. Çoğunluğa göre ise müekked sünnettir. Ebu Hanife ve aynı görüşü paylaşanlar, konuyla ilgili hadislerin yanı sıra Kevser süresinin 2. ayetinde geçen “... Kurban kes” emrini de delil olarak getirmişler; ancak, ayetin sübutu kati olmakla birlikte delaleti zannı olduğu için kurban ibadetinin vacip olduğuna hükmetmişlerdir. Ayrıca Saffat suresinin “Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik” mealindeki 107. ayeti de kurban ibadetinin meşruiyetine delil olarak gösterilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’deki bu delillerin yanı sıra Hz. Peygamber’den “şartları uygun olanların kurban kesmeleri gerektiği” yönünde çok sayıda hadis rivayet edilmiş olması ve Hz. Peygamber’in bu konuya önem vererek kurban bayramında kurban kesmeyi ihmal etmemesi bu ibadetin vacip olduğunu gösterir. (Kurban kesmenin önemi hakkındaki hadisler için bk. Ebû Dâvûd, “Dahâyâ”, 1; Tirmizî, “Edâhî”, 18-22; Nesâî, “Fürû ve’l-atîre”, 1; İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321).

 Kurban kesmenin sünnet olduğu kanaatini taşıyan bilginler ise, bu görüşlerine Hz. Peygamber’in şu mealdeki hadisini delil gösterirler: “Zilhicce ayının onuncu günü girip de biriniz kurban kesmek isterse, ne kıllarından ne de tırnaklarından bir şeye dokunmasın (onları kesmesin)” (Müslim, “Edâhî”, 39-41; Ebû Dâvûd, “Dehâyâ”, 3). Bu bilginlere göre hadisteki “biriniz kurban kesmek isterse” ifadesinde yer alan “isterse” kaydı kurbanın vacip olmayıp şahsın iradesine bırakılmış olduğunu gösterir. Yine bu bilginlerin kanaatine göre Hz. Peygamber’in kurban kesmeyi hiç terk etmemiş oluşundan ve kurban kesmenin faziletiyle ilgili hadislerinden, bu ibadetin vacip değil sünnet olduğu sonucu çıkarılabilir. (kurban hakkında bilgi için bk. Beşir Gözübenli, “Kurban”, İFAV Ans., III, 94-105). Kurban bayramında kesilen kurban dışında, adandığı için vacip olan veya Allah rızası için (nafile olarak) kesilen kurbanlar da vardır.

 Yüce Allah önceki ayetlerde özellikle Medine Yahudileri için ibret olsun diye Hz. Musa ile kavmi arasında geçen bazı olayları anlattıktan sonra bu ayetlerde de yine ibret ve nasihat olması için Hz. Peygamber’e Âdem’in iki oğlu hakkında bilgi vermesini emretmiştir. Çünkü Yahudiler Resulullah’a karşı aşırı derecede kıskançlık gösteriyor ve haksızlık ediyorlardı. Yüce Allah, kıskançlığın işi nereye kadar götüreceğini göstermek maksadıyla bu tarihi bilgiyi vahyetti. Çünkü Âdem’in oğullarından biri kıskançlığı sebebiyle yeryüzünde ilk defa kan dökerek kardeşini öldürmüş, insanlık için kötü bir çığır açmıştı. Bu vesile ile yüce Allah’ın İsrailoğulları’na yazıldığını, yani yasa olarak konulduğunu bildirdiği “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” ifadesi insan hakları konusunda evrensel hüküm niteliği taşımaktadır.

 Rivayete göre Âdem’in iki oğlu Habil ile Kabil arasında bir ihtilaf çıkmış, babaları her ikisinin de Allah’a kurban sunmalarını, hangisinin kurbanı kabul edilirse onun haklı olacağını söylemişti. O zaman gökten inen bir ateşin kurbanı yakması, kurbanın kabul edildiğini gösteriyordu (krş. Âl-i İmrân 3/183). Sunulan kurbanlardan Habil’inki kabul edildi. Kıskançlığı yüzünden bu durumu içine sindiremeyen Kabil, kardeşini öldürdü (İbn Kesîr, III, 76).

 Olay Tevrat’ta da anlatılmakta, ancak Kabil’in ismi Kain olarak geçmektedir (Tekvîn, 4/1-16). Olayın ve kişilerin efsanevî olduğunu söyleyenler olmuşsa da bu görüş Kur’an ve Tevrat’ta anlatılanlara aykırıdır. “Kitabı Mukaddes’te ve Kur’an-ı Kerîm’de yer alan bu kıssaya benzer bazı unsurların eski medeniyetlerin mitolojilerinde de bulunması, bu kıssada anlatılanların efsanevî olaylar ve kişiler olduğunu göstermez. Aynı hadisenin uzun tarihî seyir içerisinde çeşitli çevre ve kültürlerde farklılık kazanması tabiidir ve bu değişik varyantların temelde mevcut bir tarihî hadiseye bağlı olduğunu gösterir ki ilâhî dinlere göre insanlığın başlangıcı, söz konusu kıssa kahramanlarının da atası olan Âdem ile Havva’dır. Kıssanın Tevrat’taki şekli Kur’an’a göre çok ayrıntılıdır ve muhtemelen kutsal metin yazarı ulaşıp derleyebildiği çeşitli rivayetleri ve farklı unsurları hikâyeye katmıştır” (Ömer Faruk Harman, “Hâbil ve Kabil”, DİA, XIV, 376-378).

 Tabiinden Hasan-ı Basri ve bir kısım müfessirlere göre burada anlatılanlar Hz. Âdem’in kendi oğulları değil, İsrailoğulları’ndan iki şahıstır. Bütün insanlar Âdem’in soyundan geldiği için bu iki şahıs da Âdem’in oğulları olarak anılmışlardır (İbn Kesîr, III, 85). Bu iki kişinin şahsında İsrailoğulları’nın taşkınlıkları, bazı kötü huyları, özellikle kıskançlıkları anlatılmaktadır. Nitekim bu yüzden İsrailoğulları’na bir canı öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi sayılacağı bildirilmiş ve katillerin cezalandırılması emredilmiştir. Ancak bu yorum ayetteki diğer bilgilerle uyumlu görünmemektedir. Zira daha sonraki ayetlerde bildirildiğine göre bu iki kardeşten biri diğerini öldürmüş, fakat naaşını nasıl gömeceğini ancak bir kargadan öğrenmiştir. Oysa İsmailoğluları zamanında ölünün nasıl gömüleceğinin bilinmemesi mümkün değildir.

 Yaklaşan Kurban Bayramına kavuşmak ve gerçekten tüm kalbimizle Allah’a yaklaşama vesilesi olan kurbanı fırsat olarak değerlendirmeyi Cenabı Haktan niyaz ediyorum.  Başka yazılarımızla buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olunuz.