Gazze… Yeryüzünün en küçük coğrafyalarından biri ama en ağır imtihanların sahnesi. Günlerdir değil, yıllardır açlıkla, susuzlukla, bombalarla boğuşan bir halk. Ve o halkın en masumları; gözlerinde hâlâ oyun çağının ışıltısı olan çocuklar… Artık toprağa sarılıp uyuyan, açlıktan kemikleşmiş bedenleriyle insanlığın yüzüne tokat gibi çarpan o küçük bedenler…
İnsanlığın vicdanı çoktan mı öldü, yoksa biz mi bu sessiz çığlıklara sağırlaştık? Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, liderler hâlâ kürsülerde nutuk atıyor, bazıları ise gözlerini kapatıp kendi rahat koltuklarında derin bir uykuya dalıyor. Özellikle Müslüman liderler… Neredesiniz? Hani “bir vücudun azaları gibi”ydik? Hani bir yerde bir zulüm varsa diğer yürekler oraya kan akıtacaktı?
Gazze’de açlıktan ölen her çocuk, suskun kalan her liderin utanç hanesine yazılıyor. Dünya siyasetinde “dengeler”, “diplomasi” ve “strateji” diyerek susturulan sesler, Gazze’nin enkazları arasında yankılanan feryatlara karışamıyor. Oysa o çocukların tek istediği biraz ekmek, biraz su ve biraz huzurdu.
Bizler ne yapıyoruz? Sadece sosyal medyada birkaç cümle paylaşarak mı vazifemizi tamamlıyoruz? Bazen en ağır zulüm, suskunluktur. Söz söylemek, tepki vermek, adım atmak bir cesaret işidir. Hele ki Müslüman liderler için bu suskunluk kabul edilemez. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan “Gazze” diye haykırırken, onların sesini güçlü bir şekilde duyurmak liderlerin omzunda bir görev değil mi?
Gazze’nin açlığa mahkûm edilen çocukları bize bir şey öğretiyor: “Adalet gecikirse, vicdan aç kalır.” Ve bu açlık, en az Gazze’deki açlık kadar yakıcıdır.
Artık suskunluğu kırma zamanı. Orta Doğu’nun, İslam dünyasının liderleri artık “kınama mesajları” ile değil, gerçek adımlarla sahaya inmek zorunda. Çünkü Gazze’de bir çocuk açlıktan her gözlerini kapadığında, aslında dünya biraz daha kararıyor.