Fertler olarak ilişkilerimizin giderek çıkara dayalı hale gelmesi, vefa denen duygunun İstanbul’da bir semt ismi olmaktan öte hayatımıza yansımamasına, bunun ötesinde normal olarak birbirimizle konuşmayı, sohbet etmeyi unutmuş olmamızı, bağırıp çağırmayı, birbirimize hakaret etmeyi marifet bilir görüntüsü vermeye başlamamız karşısında insanın huzursuz ve mutsuz olmaması mümkün değil. Kısacası, cennet vatanı sanki elbirliği ile cehenneme çevirmeyi marifet bilir hale geldik. Bu arada özellikle siyasete hâkim olan dil ve üslup, birbirimize tahammülsüzlük insanı rahatsız eder hale gelmiş durumda. Bu bakımdan zaman zaman ciddi olarak üzülüyor, bu durma nasıl son verilebileceğini düşünüyorum. Ancak, bunun sağlanmasının bir takım kişisel adımlarla mümkün olmayacağını da biliyorum. Belki bu yüzden olsa gerek son zamanlarda yazılarımı genellikle dış ilişkiler üzerine yazıyorum. İçeriden ne yazarsak yazalım insanların beklediklerinin bu olmadığı görülüyor. Çünkü ülkemizde günlük hayatta kimin sesi daha fazla çıkarsa, kim kimin ya da kimlerin sesini bastırabiliyorsa o galip, hatta kahraman haline gelebiliyor. Böyle olunca kimin haklı olduğunu düşünmeye gerek kalmıyor çünkü ülkemizde geçerli olan anlayış artık kimin gücü yeterse o haklıdır noktasına gelmiş durumda.
Lafı uzatmaya gerek yok, ülkemizi yıllardan beri sömürenlere gösterilen tahammülü kendi aramızda birbirimize karşı gösteremiyoruz. Özellikle birbirimizden özür dilemek, affedersiniz demek sanki insanları küçültür gibi algılanmaya başlandı. Kısacası kabalık, kişiliksizlik prim yapar oldu. Böyle olunca herkes ülkemizde hâkim olan ağız dalaşının bir yerinde tutunmaya çalışıyor. Bu noktada bir misal vermek istiyorum. Yıllardan beri dost ve müttefik ilan etmekten yorulmadığımız ABD’nin ülkemize yönelik hainliklerine gösterdiğimiz tahammülü birbirimize gösteremiyoruz. Hâlbuki biliyoruz ki, ülkemizde yapılmış tüm darbe ve darbe girişimlerinin arkasında ya doğrudan ya dolaylı olarak ABD ve yandaşları bulundu. Aynen geçtiğimiz günlerde Peru’da yaşanan darbenin arkasında da ABD’nin olduğu gibi. Kısacası, dünyayı babalarının mülkü gibi algılayanlar ve bunun sonucu olarak dünyanın tüm nimetlerinin kendi hakları olduğunu düşünen sömürgecilere gösterdiğimiz tahammülü birbirimize gösterebilsek, biraz da uzun yıllar boyu anlayışımızın omurgasını oluşturan vefa duygusunu yeniden hatırlayıp hayatımızda yaşanır hale getirebilsek tüm toplum olarak yararlanacağımızı düşünüyorum ama çevremizde cereyan eden olaylara ve insanlara hâkim olan davranış biçimlerine bakıldığında geçmişte bizi biz yapan ahlâk ve maneviyat değerlerini geri getirmek noktasında aramıza büyük mesafeler girmiş görünüyor.
Bunun elbette pek çok sebebi var. Bunların başında da medeniyet, gelişme gibi bir takım kavramların toplumu sadece çıkarları doğrultusunda hareket eder hale getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Böyle olduğu için de ister siyaset sahnesinde ister günlük çalışma hayatımızda ister istemez başarılı ve becerikli olmaktan çok yalakaların prim yapıyor olması devam ettiği sürece toplumda huzuru ve barışı yakalamamız mümkün olmayacak. Çünkü insanoğlunun ihtiyaçlarının bir sınırı yok. Buna bir de yıllardır bize örnek gösterilen Batı değerleri kendi değer yargılarımızın yerine ikame etme çabaları eklendiğinde, ilişkilerde tek belirleyici çıkar olup çıkıyor. Hâlbuki vefa insanları her zaman bir dost çemberi içinde tutar. İnsan kendini öyle bir ortamda yalnız hissetmez. Bunun ötesinde vefa duygusu genellikle sevgi ve saygı ile birlikte bulunur. Bu yüzden olsa gerek çocukluk yıllarımda minicik bir köpeğin yaşattığı bir sevgi, muhabbet ve vefa gösterisi o günleri hep özlemle hatırlamama vesile olmuştur.