Parçalamayın, Parçalanmayın

Abone Ol

Hepimiz, kendi yaşımıza göre arkadaşlarımız hakkındaki kanaatlerimizi bir gözden geçirelim.

Beş yıldır arkadaşızdır, beş defa kanaatimiz değişmiş olabilir.

55 yıldır tanıdığımız hakkında da yine birkaç defa kanaat değiştirmiş olabiliriz.

Bu değişimlerde hep kabahat arkadaşımızdadır.

Kendi değişimimizi görmediğimizden değişenin karşıdaki olduğunu zannediyoruz.

Biz, kendimizi merkeze koyuyoruz ve 360 noktada duranları, kendi etrafımızda pervane oluşuna göre veya bizim sevdiğimizi sevmesine göre veya bizim nefret ettiğimizden nefret etmesine göre değerlendiriyoruz.

Bu da kendimizi putlaştırmanın bir başka şeklidir.

Putçuluğa düşmanken, kendini gezen put yaptığı halde, farkına varamama halidir.

Kendi grubundan başka gruba giden arkadaşını anlatırken “Maalesef arkadaşı kaybettik” diyor adam.

Aslında o, kendisini mensup olduğu gruptan ziyade en iyiyi bilen, en doğruyu seçenin kendisi olduğuna inanmış.

15/08/2003 tarihinde “Tanıdığım Ünsüzler” başlığı altında size tanıttığım arkadaşı tanıtırken şöyle demiştim:

“Şıpsevdi idi ama sevgilisi İslâm’dı. Hercai meşrepti ama dolaştığı dallar ve makamlar manevi makamlardı.

Yerinde duramazdı ama hilâl gibi her gün dolunay olmak için yer değiştirirdi.

Top oynasa hücumdan savunmaya, sağdan sola hep yer değiştirirdi.

Hatta bir ara kaleye durur, kaleciyi oyuna sokardı.

Ortaöğretimde de okul değiştirirdi. Yalnız üniversitede fakülte değiştiremeden okulu bitirdi. Ama hâlâ “Ben aslında sosyolog olacaktım” diye yanar.

Fakültede okurken iki yılını Milli Türk Talebe Birliği’nde aktif görevler icra ederek geçirdi.

Üçüncü senesinde Yeniden Millî Mücadeleci arkadaşlarla tanıştı ve orada aktif oldu.

Hizmetin burada olduğunu, gerçekten bu ülkeyi kurtaracak kişiyle yeni tanıştığını anlatırdı.

Dördüncü senesinde Güneydoğu’dan bir şeyhe intisap etti.

Ballar balını bulduğunu, bundan sonra kovanlarla vakit geçirmeyeceğini anlatırdı bana.

Çok geçmeden yayıncılığa başladı.

Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin eserlerinin daha çok okunması için çok çalıştı.

Bu da çok sürmedi.

“Yerli yazarlar ve milliyetçi düşünürler” lazım dedi, ülkücü oldu.

İran devrimiyle beraber Turancılıktan İrancılığa geçti.

Turancıydı, İrancıydı ama 1969’dan 03 Kasım 2002 seçimleri dahil bütün seçimlerde oyunu Sayın Necmettin Erbakan’ın partisine verdiğini söyler.

Her telden çalardı ama her telin bin nağmesi olsa da, bir tek güftesi vardı, o da İslâm’dı.

Bir gün karşılaşıverdiğimizde “Bundan sonra dolap beygiri gibi dönüp durmak yok. Ben, merkezi yani zamanın kutbunu buldum. Sabit yerim var. Artık aradığımı buldum” demişti ve sondan bir önceki şeyhinin kerametlerini anlatmaya başlamıştı.

Ben ise ikinci görüşmemizde kimleri anlatacağı konusunda kendimle bahse girişirdim.

Bir seneye varmadan karşılaştığımızda, çantasından bir kitap çıkardı ve okumaya başladı. Paragrafı bitirmeden ben ona sonunun nasıl biteceğini söyleyiverince şaşakaldı.

“Ağabey, sen Risale-i Nurları tanıdın mı?” deyiverdi.

“Ben seni tanımadan önce o risaleleri tanımıştım” deyince kalktı, kucaklaştık ve yeni seneye varmadan yeni bir akıma kapılacağını düşünerek ayrıldık.

Ondan sonra neredeyse on iki tarikatın hepsini dolaştı.

03 Kasım 2002 seçimlerinde Saadet Partisi’ne oy verdiğini söylese de bu günlerde AKP durağında ilk gelecek kafileyi beklemekte.

“Hocam bu kadar dönme dolap, fırıldak birini nasıl seversin?” demeyin.

1- Bütün bu yer değiştirmelerde dünyevi bir çıkar sağlamadı.

2- Terk ettiği yerin aleyhinde konuşmadı.

3- Dolaştığı yerler hep helal mıntıkasıydı. Haram sınırlarına yaklaşmadı.

Bu dostumuzu yönlendiren şey İslâm oldukça dostluğumuz devam eder.

Sonra ben kazandığım hiçbir dostu bugüne kadar kaybetmedim.

Kaçan olursa ben arkasından koştum.

Ayıpsız insan olmadığını bildim.

Eğer ayıplı insanlardan kaçmamız gerekseydi, kendimizden nasıl kaçacaktık?”

Bu arkadaşım vefat etti, Allah rahmet eylesin.

“Cihâr-ı Yâr-ı Güzin” dediğimizde hemen o meşhur “Dört seçkin dost”u hatırlarız.

Bunlar, Sevgili Peygamberimize ilk iman eden ve vefat edinceye kadar yanından hiç ayrılmayan Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’dir. (Allah hepsinden razı olsun.)

Bunlardan üçü Hazreti Ömer, Osman ve Ali şehit edilmişler.

Hazreti Ali’yi şehit edenin de Müslüman olduğunu biliyoruz.

İslam adına Cemel olayında başkaldıranlar ve Hazreti Ali ile savaş yapanlar hakkında Hazreti Ali’ye sormuşlar:

“Bunlar kâfir mi?”

“Hayır, bunlar, şirkten İslam’a firar ettiler” demiş.

“Peki bunlar, münafık mı?”

Diye sorulduğunda “Hayır münafıklar Allah’ı az zikrederler” diye cevap vermiş.

 “Peki, bunlar kim” dediklerinde “Hüm İhvanüna, Beğav Aleyna/Onlar, bize başkaldıran kardeşlerimizdir” buyurmuş. (Beyhaki, Sünen-i Kübra, K. Kıtali ehlil bağy Hadis no: 17158, Musannefi İbni Ebi Şeybe 7/535)