“Allah’ı mı çok seversin, peygamberi mi çok seversin?” diye sordu birileri benim yanımdaki arkadaşa.
O da cevap olarak “Allah celle celalühü daha çok severim çünkü o Sevgili Peygamberimizi bize örnek olsun diye gönderen Allah celle celalühtür” dedi.
O birisi, “Öyle ise neden salavatı daha çok söylüyorsunuz?”
Arkadaşım, benim yüzüme baktı, ben de “Çok söylediğini sen söylüyorsun. Bu arkadaş ve bütün Müslümanlar, 24 saat içinde en çok Allah celle celalühü zikrederler.
Beş vakit namazın içinde, kıyamda hep Allah’ın kelamını okuruz. Rukularda ve secdelerde Allah zikredilir. Namazın ardından otuz üç defa Sübhanellah, 33 defa el-Hamdü lillah, 33 defa Allah-ü Ekber diyerek Allah’ı zikreder.
Namazın içindeki “Salavatlarda da önce “Allahümme…” diye başlanarak Allah zikredilir ve Sevgili Peygamberimiz için Allahtan dilekte bulunulur.
Ayrıca namazdan sonra yüz defa salavat getirse önce yüz defa Allahümme/Allah’ım dendikten sonra dileklere geçilir” dediğimde o birileri yine insaflı imiş de “Teşekkür ederim, beni bir yanlıştan çevirdin” demişti.
Önce Allah celle celalühü her şeyden fazla seveceğiz.
Sonra bize bu dünyada sahabeden birinin, “Bize tuvalette tahareti bile o öğretti” dediği Sevgili Peygamberimizi, anamızdan, babamızdan ve canımızdan daha fazla sevmemizi isteyen Sevgili Peygamberimizi severiz.
Onu sevmeyen ve hatta ona söven, sövenin sırtını sıvazlayan, korumaya alan gayri Müslimler, hala tuvaletlerine suyu sokmayan bedevi bir hayatı, medeni dedikleri şehirlerde yaşamaya devam ediyorlar.
Ama Anadolu’dan giden, okuma-yazması da olmayan işçi insanlarımız sayesinde Avrupalıların evlerine banyo yapıldı.
Avrupalıların yüzde on beşinin tuvaletine de su girdi.
Allah’a, Rasülüne ve bütün Müslümanlara sevgimizde şüphemiz yok.
Ancak bizim zayıf tarafımızı, sarhoşlar bizden iyi çözmüş.
Küfürbaz sarhoş, tecrübeleriyle sosyolog olmuş ve kızdığı adamın anasına avradına sövmezmiş.
Allah’ına, kitabına söverse dayak yemediğini tecrübeyle öğrendiğinden kişinin Allah’ına kitabına sövermiş.
Şimdi burada duralım ve kendimizi kontrol edelim.
Anamıza, avradımıza sövülünce mi cevap veririz, yoksa Allah’a, Rasülüne ve kitabına sövülünce mi cevabını veririz?
Allah’ın kitabını yürürlükten kaldıranlar ve yürürlüğe girmemesi için sırtlanlar gibi sırt sırta verip dayanışma içinde olanlar bile, “Birbirimize sövmeyelim” anlaşması yapıyorlar ama o esnada bile nefesini veren, dilini ve elini hareket ettirene karşı söz ve davranışlarıyla karşı gelenler, Allah sevgisinden bahsederlerse, kalpleri, dillerini yalanlar.
Biz, yolumuza, gücümüzle orantılı olarak devam edelim.
“Gücümüz” kelimesinin içine aklımız, bilgimiz, tenimizin gücü, direnci, şöhretimiz, şanımız, sülale gücümüz, gurup gücümüz, etki alanımız, makamımız, rütbemiz, imza yetkimiz, servetimiz… gibi sahip olduğumuz her şey girer.
“Ben askerde ‘Erim” ne yapabilirim” deme bulunduğun yerde örnek bir Müslüman olman yeterli.
Bunu yaparsan, generalin yaptığı hizmet kadar sevap alırsın.
Üniversitede öğrenci iken yaptığınız İslami hizmetlerin sevabı, rektör olarak yaptığınızla aynıdır.
Her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz Bakara Süresi’nin son ayetindeki La Yükellifullahü nefsen illa vüsaha/Allah, ancak kişinin gücü oranında teklifte bulunur” ayeti bizi gayrete getirmesi için okunur.
Ayrıca eğitim konusunda kafa yoran ilim adamlarına, öğrencilerin zeka oranlarına göre bilgi yüklenilmesini, yoksa yüksek zekalılarla orta zekalılara aynı yerde ve aynı saatte bilgi verildiğinde her ikisine de haksızlık yapılacağını bildirir.
Dayakla, cezayla insanların yola gelmesinin mümkin olmadığını Batı’nın tecrübeleri ortaya koyuyor.
Elli yıl içinde eskiden suç olanları cezalar önleyemeyince, parlamentolarda suçluların çoğunluğu elde etmesiyle eski suçlar, günümüzde “Çağdaşlık” patentiyle bize de ihraç edilmeye devam ediliyor.
Allah’a ortak koşma suçunu işleyenlere, Sevgili Peygamberimize hakaretler yağdıranlara Sevgili Peygamberimizin uyguladığı eğitim metodu sonunda, onların hepsi İslam mücahidi olup, Çin’e ve İspanya’ya kadar İslam’ın yayılmasını sağlamışlardır.
Ceza ile değil, eğitimle.
Şair Hayali’nin dediği gibi:
“Keşke sevdiğimi sevseydi kamu halkı cihan
Sözümüz cümle heman kıssa-i cânân olsa.”
Yani, benim sevdiğimi herkes sevseydi de, bütün insanlığın konuştuğu sevgili, O olsaydı.
Ayetlerle müjdelenen bu olayın gerçekleşeceğinde hiç şüphemiz yoktur.
İsteğimiz, bu olayda bizim de alın terimiz, gözyaşımız, fikir kıvılcımlarımız, canımız, tenimizle… Allah katında kabul edilmiş amelimiz/eylemimiz olsun.
Yorum yazarak Yenidevir Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yenidevir Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yenidevir Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yenidevir Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yenidevir Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yenidevir Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yenidevir Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yenidevir Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.