Tarım ve gıda sektörü, karşılaştığımız iklim değişikliğine karşı hazır değil ve bu durum çözülmesi zor sorunları beraberinde getiriyor. Maalesef, önlem almak için çok fazla vaktimiz kalmadı. 2030 yılına geldiğimizde, nüfusumuzun yüzde 10 artması ve su kaynaklarımızın yüzde 20 azalması bekleniyor. Eğer gerekli önlemler alınmaz ve suyun kıymeti bilinmezse, sulanan tarım alanlarının yüzde 78'i su yetersizliği riskiyle karşı karşıya kalacak, bu da nüfusumuzun yüzde 49'unu etkileyecek.
Maliyetler zaten artıyor. Mazot, köprü ve otoyollara yapılan zamlar nakliye maliyetlerini yükseltiyor. İstanbul'da enflasyon yıllık bazda yüzde 74,88 artış gösterdi. Gıda enflasyonu ise yıllık bazda yüzde 72,01 yükseldi ve Türkiye, OECD ülkeleri arasında birinci, G-20 ülkeleri arasında ikinci, dünya sıralamasında dördüncü sırada yer alıyor.
Ancak, şirketlerin ve karar vericilerin toplantılarından somut sonuçlar alınmıyor. Farkındalık var, ancak bu farkındalık eyleme dönüşmüyor. Dijitalleşme, bitki besleme, çiftçi eğitimleri, teşvik ve destek gibi uygulamalar kısmen faydalı olabiliyor, ancak bu yeterli değil.
Sağlıklı beslenme, kendi sofrasına yatırım yapma ve tarımı öğretme gibi bireysel tedbirler önemlidir. Bu, gelecekteki su ve gıda krizlerine karşı bir çözüm olabilir. Ancak, toplumsal düzeyde daha etkili önlemler alınmadığı sürece, bu sorunlarla başa çıkabilmek zor olacak. Unutulmamalı ki, su tasarrufu ve israfın önlenmesi her bireyin sorumluluğundadır. Aksi takdirde, bu sorunlar sadece mali değil, aynı zamanda doğal bir sorun haline gelecek ve tüm toplumu etkileyecektir.