İnsanlığı İsraf Etmeyenler

Abone Ol

Gece uyku tutmamıştı.

Yarın önemli bir görev kendisini beklemekteydi.

Aslında uykusunu almalı o mühim vazife esnasında diri olmalıydı.

Lakin o ağır sorumluluk rüyalara dalmasını engellemekteydi.

Sınav gözetmeni idi.

Onca gencin emeğine göz kulak olacaktı.

Başakların sıralandığı birer dal gibi çocuklar, ne umutlarla hazırlanmışlar, biliyordu ki, bu gece onlar da uyumamaktaydı.

Çalışanlar ipi göğüsleyecek fakat ya çalışmayanlar, yine aparılan sorularla bir yerlere tüneyecekler miydi?

Başına ağrılar gelmiş, sınavda bir kartal olup kimsenin kimseye bakmamasını, emek hırsızlığı yapmamalarını sağlamaya çalışmıştı.

Aslında yaşlı kadın da aynı acılarla kıvranmakta idi.

Muhitindeki bunca komşusu görmüyor muydu?

Kaç gündür, gündüz vakti sokağın elektrik lambaları yanmaktaydı.

Bu yoksul millet.

Faturalarını ödeyemeyen mahalleli.

Bitişik gecekonduda kendisi ile akran yaşlı karı koca hepsinin durumu belliydi.

O küçük maaşları ile erzaklarını kuş gibi almaya çabalayan bu insanlar iş elektriğe geldiğinde idare lambası gibi ampuller yakıp, doğalgazı bir gün daha yakmamanın zaferini kutlamak için battaniyelerle otururken.

Bu yoksul halka inat, sokağın lambaları hoyratça gündüz güneşinde yansın ha.

Kaç kez elektrik idaresini aramış,

Saatlerce telefonun başında beklemiş, arıza kaydı verirler diye telefonu hep meşgule alan memurlara bir türlü ulaşıp derdini anlatamamıştı.

Günler sonra emeline ulaşmış fakat değişen bir şey olmamış yine güneşin altında sokak lambaları söndürülmemişti.

İşte bu ihaneti hazmedememekteydi yaşlı yüreği.

Asım Bey de hiç rahat değildir, anlamıyordur teknolojiden.

Lakin torunlarına sanki taş taşıyın demiştir.

Yarın gidemeyeceği randevuyu, MHRS’den iptal edin dedikçe, “Bir şey olmaz dede” diye kendisini ve endişelerini umursamamaktadırlar.

“Olur mu canım çok ihtiyacı olan bir hastayı engellemekteyiz belki de.

Ya ameliyat olacaktır, ya önemli bir hastalığı vardır.

Niye durup dururken kul hakkına girelim.”

Nicedir genç büro memuru, bu hak mevzuundan ürpermektedir.

Trafikte yol isteyen birine, hemen durup, eliyle, “Lütfen buyurun” işareti yapmaktadır. Belki acele yetişmesi gereken yardıma ihtiyacı olan evladı vardır deyip kim yol istese, 

Bu ağır yükü ben kaldıramam demekte, kenara çekilmektedir.

Lakin arkasından korna çalanlar, gürültülü frene basanlar, trafikte sıkıştırarak ona bu jestini pahalı ödetmeye çalışanlar elbet burnundan getirmektedirler.

Uykusu kaçan bu kadar değildir, gelinin aklında önemli bir şey vardır.

Kayınvalidesinden kalan bahçenin meyveleri akıp gitmekte, çürüyüp telef olmaktadır.

Bahçe bütün ihtişamı ile görülmekte, sokağın yoksul sakinleri özenerek bakmaktadırlar.

Sonunda diğer yakınlarını da ikna edip bahçeye bir tabela asar, “Yiyiniz, helaldir, lakin ağaçların dallarını kırmayınız.”

Ne ki sanki tam tersini söylemiş gibi dalları değil gövdeleri bile hasar alır, adeta başlarına yıldırımlar yağar o zarif ağaçların.

Demirden darbeler yerler.

Kafalarına kocaman kerestelerle vurulur.

Ceviz silkelenmez de sanki ağaçların soyu kurutulur. 

Lakin huzurludur gelin, kayınvalidesinin de yeni yuvasında mutlu olduğunu hisseder, erikleri, incirleri yoksullar yerken mevta da yattığı yerden gülümsemektedir.

İnsanlığı israf etmemiştir.