İdeolojilerin egemenliğinden insanların özgürlük alanları sınırlandı. Felsefeden edebiyata hemen bütün akımlar ve oluşlar birbirini zamanla yok sayan, kabullenmeyen, değiştiren, insanları yönlendiren oradan oraya savuran anlayışlara dönüştü.
İnsanın özgürlüğü Allah’ın yarattığı alandır. İnsanın sınırlarını sonsuzluğa açan, orada da ona hayat alanları açan bir oluş. İdeolojilerin tanrıları kendi kullarını yetiştirirken bunlar birbiriyle çatışırlar, birbirlerini imha ederler.
Peygamberler medeniyetinde insanların iyilikleri ve güzellikleri üzerine olan alanlar insanlar içindir. İnsanların sapkınlıkları, çılgınlıkları, sınır tanımazlıkları kendilerini kendilerinden uzaklaştırır.
Bugün için sürekli olarak Batı’dan gelen Batılıların tanrılarının oluşturduğu dünyadan hayata bakılıyor. Bu hayatlar insanları birbirine düşman ediyor. Felsefede filozofları adeta birbirlerinin düşüncelerini yıkmaya adaydırlar. Batılı düşünürlerin ortaya koyduklarını gene Batılı düşünürler kendi kullarını yaratmak için farklı alanlara çekerler. İnanışları ve düşünüşleri insan merkezli olduğundan ürettikleri üzerinden bir yere varmaya çalışırlar bir süre sonra da onu çürütürler, yok sayarlar kendilerine ait olanını ortaya koyarlar.
Tanrısız bir dünya, tanrısı insan olan bir dünyadır yaptıkları.
Hakikat medeniyeti merkezli bakıldığında karşınıza çıkardıkları düşünürler de gene Batılılardır. Yani, insanlığın dengesini bozanlar.
Batı, Rönesans ile kiliseyi devre dışı bıraktı yüzyıllar boyu. Kenara itti. Yeri ve zamanı gelince ondan da vazgeçemedi. Sığınma alanı oldu. Bunun en somut olanlarından bir düşünür Ernest Renan’dır. O, Katolik kilisenin Ortokodoksi zihniyetine karşı çıkarken, diğer yandan Hazreti İsa’yı bir peygamber olarak görmekten çok, ahlâki yönüyle bir bilge gibi gördü. Kiliseden vazgeçer gibi görünürken kimi azizlerin öğretilerinden de vazgeçmedi.
Voltaire kiliseye karşı savaş açarken ve hatta kilise tarafından aforoz edilirken Hazreti Peygamber hakkında yazdığı Muhammed ve Fanatizm adlı eserinden ötürü de Vatikan tarafından ödüllendiriliyor.
Son yüzyılda ise Batılı düşünürler yeniden bir yandan metafiziğe yönelirken bir yandan da Orta Çağ dönemini aklamaya bakıyor. Orta Çağ düşüncesi üzerinden yeniden Hıristiyan düşüncesinin ihyasına çalışılıyor. Bunlara birkaç isim örnek verirsek, Miguel de Unamonu, Fernand Braudel, Umberto Eco, Jacque le Goff. Onlar hem Orta Çağ düşüncesini hem de Hıristiyanlığı sahipleniyorlar.
Batı düşüncesine yüzümüzü ve gönlümüzü çevirdiğimizden beri, bizim Batıcıların Rönesans sonrası Fransız pozitivizmine takılıp kaldıkları görülüyor. Kendi medeniyetlerine onların bakış açısıyla bakıyor ve savaşıyorlar. Hakikat Medeniyetine karşı bir savaş içindedirler. Oysa ki Batılıların kendilerini yok saydığı, küçümsediğini bile bile. Nedense bunu bile bilmezlikten geliyorlar. Bunun en somut örneği ve sonucu altmış yılı aşkın bir süredir AB’ye girme içine çıpınıldığı hâlde kabullenilmeyişlerini bir türlü anlamıyorlar. Üstüne basa basa onlar gibi olmaya bakıyorlar. Onların bakış açılarıyla kendilerine yeriyorlar. Üstüne üslük misyonerlik görevini gönüllü olarak üstleniyorlar.
Batı düşüncesinin bunalımına karşı çıkanlar da Dostoyevski gibi Ortodoks Hıristiyanlar karşı çıkıyor.
Batı düşüncesinin kulu olmayı tercih ediyor bizimkiler.
İnsanın özgürlüğü Allah’ın belirlediği alandır. İnsanlığa hem dünyanın hem öte dünyanın cennetini sunan da O. İnsanlar kendi cennetlerini imanları ve inanışlarıyla oluştururken, şeytanların yolun tercih ederek cehennemini de oluşturuyor. Tercihler insanların kendilerinden kaynaklı. Müslümanların ironisi kendi medeniyetlerini bırakmaları, Hıristiyan medeniyetini benimsemeleri ve tercihleridir ve hatta medeniyetlerine karşı da savaşırlar.