Ülkemizde ne iş yaptığını bir türlü anlayamadığım, varlıklarının yalnızca göstermelik olduğuna sonuna kadar inandığım, ülkenin “en önemli” (!) insanı sayılan makam sahiplerinin tek vasfının tek adam tarafından verilen kararlar altına imza atmak ve objektiflere poz vermek olduğundan ise adım kadar emin olduğum bir oluşum var; bakanlıklar ve elbette bakanlar!
Esasında bakanlıkların görev tanımları incelendiğinde yukarıda yazıldığı kadar atıl bir görev olmadığı, hatta devleti ayakta tutan sacayaklarından birisi olduğu düşünülebilir. Lakin ne yazık ki, işler pek çok konuda olduğu gibi pek de bu şekilde ilerlemiyor. Ülkemiz adına anlamlı veya anlamsız bir karar veriliyor (genel itibarı ile tek adam/tek kişi tarafından) bizim pek kıymetli bakanlarımıza ise o verilen karar altına imza atmak ve akla mantığa dahi sığmasa uygulamak kalıyor. Devleti temsil ettiği iddia edilen bakanlıklar bir kişiyi ve bir partiyi temsil ediyor. Üzücü, oldukça rahatsız edici ve aslına bakıldığında kitaba uymayan bu durumun ülkemiz ile beraber dünyada da birçok gelişmemiş ülkedeki mevcudiyetini kabul etmemiz gerekir. Cumhuriyet sonrası “demokrasi” ile yönetildiği iddia edilen, fakat asıl hiyerarşinin ve ötekileştirmenin cumhuriyet sonrası ortaya çıktığı ülkemizde ise yıllardır bu düzen devam etmekte. Zaman zaman artıp azalsa da o tek adamcılık, tek particilik hep kendini hissettirmiş ve ülkemizin kronik sorunu haline gelmiştir.
Özellikle son on dokuz yıldır bu tatsız durum baş edilemez bir hal almıştır. Cumhuriyet sonrası ezilmeye, korkutulmaya, zorlama ile bir şeyler yaptırılmaya alıştırılan halkımız sanki ülke buna muhtaç, onlardan başkası gelirse ülke yıkılır mesajı verilerek daha da korkutulmuş ve herkes onlar gibi düşünmeye zorlanmıştır. Onlardan olmayan, partilerine oy vermeyen, düşüncesini açıkça söyleyen herkes işsiz, aşsız bırakılmış, devlet dairelerinde barınamaz hale gelmiş, dinlenir korkusu ile telefonda bile düşünce beyan etmekten imtina eder bir hale getirilmişlerdir.
Vatandaşı böyle sindirmiş olan bir devletin en önemli organlarından olan bakanlıklar da yazılanlardan farksız değildir. Durum böyle olunca “bakanlara gerek var mıdır?” gibi sorular sormak doğal bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ya da bakanlar neden yalnızca “bakıyor?” “O bakanlar koltuk doldurmak için mi oradalar?” “Bakanlar yalnızca baktığı için mi ülke bu halde?” “Her işi tek adam düşünüp halledebiliyorsa bakanlar ne iş yapıyor?” gibi içerikleri değişik onlarca soru üretmek mümkündür. Bu durum içler acısıdır, üzücüdür, onur kırıcıdır. Hal böyle olunca ülke kendi düşüncesi olmayan, kimin arabasına binerse onun düdüğünü çalan, güç kimdeyse onun yanında olan, hayatını ilkeleri ve onuru için değil başkalarını hoşnut etmek için veyahut yaranmak için yaşayan boş beyinler çöplüğüne dönmüştür.
Öteki taraftan bakıldığında karanlık ve kalabalıkta aslan, ışık tutulup şahsi fikri sorulduğunda kediye dönen bir kesim vardır. Bu kesim az önce bahsettiğim kendi düşüncesi olmayan insan grubundan daha irrite eden bir güruhtur. Çünkü bu grup düşünüyor, konuşuyor ama kendini gösteremiyor. Özünde muhalif ama görünürde yandaş. Yani mürai, yani münafık, yani korkak. Ben buyum diyemiyor. Yanlış olduğunu biliyor ama yine de o değirmene su taşıyor. Doğruyu biliyor ama zarar görme korkusu ile susuyor. Ya da sahip olduğu her ne ise onu kaybetmek istemiyor. Sahip olduğu para, koltuk, şan, şöhret ilkelerinden daha önemli. Ve bu gibi insanların sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. İşte işin korkutucu yönü de budur. Bu karaktere sahip olanlar ilk zorlukta bırakacak, kaçacak, asla fedakarlık yapmayacak, menfaatine ters düşen konu ülkesi için hayırlı olacak olsa bile yapmayacak demektir.
İŞTE TELAŞIMIZ DA, KORKUMUZ DA BU YÜZDENDİR!
Artık anlamamız gereken çok önemli bir konu var. Her işi herkes yapamaz, herkes her işten anlayamaz, herkesin elinden her iş gelmez ve herkesin her şeye aklı ermez/eremez. Eğer tek tip beyin her işe yarasa, herkes her işi yapabiliyor olsaydı Rabbimiz her insanı başka meziyetlerle donatmış olmazdı. Herkesin elinden her iş gelebilseydi hiçbir meslek dalına ihtiyaç kalmaz, fabrikalar kurulmazdı. Herkesin her konuda derin bilgisi olsaydı kimsenin belli bir alanda uzmanlaşmaya ihtiyacı olmazdı. Haliyle bu kadar fikri zenginlik, beyin fırtınaları, bilgi hazineleri de olmazdı. Bu yazılanlar dünyaya gelmiş, geçmiş herkesin ortak düşüncesidir ve gelecektekilerin de ortak düşüncesi olmaya devam edecektir diye düşünüyorum. Elbette bizler gibi düşünmeyen insanların sayısı da azımsanamayacak çoktur. Bu düşüncelerin aksini düşünen, kendisinin her türlü meziyete sahip olduğunu, her işi halledebileceğini düşünen onlarca insan vardır. Muhatabını ziyadesiyle yoran bu insanlarla gerekirse ilişkimizi kesebiliyor onu kendi dünyasında, kendi oluşturduğu Kaf Dağı'nda bırakıp yolumuza devam edebiliyoruz. Fakat bu tip karaktere sahip kişilerden kaçmak her daim bu denli kolay olmayabiliyor. Bilhassa bu kişiler bizi yönetmek ile mükellef kişilerse durum daha da zorlaşıyor. Bu sefer şahsi menfaatimiz önemsiz hale geliyor. Çünkü kendi oluşturduğu Kaf Dağı'nda yaşayan kişilerin zararı yalnızca bize veya kendine değil vatanımıza, vatandaşımıza değiyor. İşte işler bu raddeye gelince durum içinden çıkılamayacak bir hal alıyor. Bakanlar yalnızca “bakmaya” yarıyor, demokratik sistem işlevsiz kalıyor, kast sistemi yok denilse de varlığı günden güne daha da hissettiriliyor.
Evet belki zahirde şapka takmadığı için kimse idam edilmiyor, kitaplar yasaklanmıyor, alimler bir gecede cahil ve itibarsız bırakılmıyor. Fakat şunlar unutuluyor, bir insanı idam etmek için illa idam sehpasına ihtiyaç yoktur. İnsanın fikirlerini, düşüncelerini öldürmek o insanın bedenini öldürmekten daha acıdır. Çünkü insanı insan yapan fikridir, düşünceleridir, ruhudur. Üstelik ruhunuz öldüğü zaman kimse size bir Fatiha okumaz, dua etmez, cenazenizi kaldırmaz. O ölü ruhunuzun cenazesini yıkamak da kaldırmak da yine size düşer.
Bakanlıklar ve bakanlardan söz açmışken niyetim buradan kimseye “işini yap!” uyarısında bulunmak değil. Zira bu haddime de değildir. Üzerime vazife değil, görevim deseniz hiç değildir. Niyetim ayna tutmak. Artık midemizin kaldırmadığı, gönlümüzün razı olmadığı şeyleri dillendirmek. Her şeye herkesin aklı ermez özellikle bir kişi her işi yapamaz yaparsa da böyle yapar, eline yüzüne bulaştırır demektir. İşte düşünen, düşündüğünü konuşmaktan çekinmeyen bir vatandaş olarak bu haddimedir. Üzerime vazifedir. Hatta asli görevlerimden de biridir. Siz kıymetli devlet insanları sizlerin görevi “bakanlık” yapacağınız iş “bakmak” değil. Yine de ben bakayım derseniz baktığınız yerde yaşananları görmenizi dilerim.