“Özür dilerim!”

“Kusuruma bakma!”

“Affınıza sığınıyorum!”

“Hakkını bana helal et, seni üzdüm…”

            Bu cümleleri en son ne zaman söylediğimizi veya duyduğumuzu hatırlamaya çalışalım. Eğer çok gerilere gitmediysek iyi hissedebiliriz. Zira, insanlar önce kendilerinden (nefislerinden) sonra diğer insanlardan ve hatta canlılardan özür dilemeyi unutmaya başladı. Belki büyüklerimizde bu hasletin yeterince gelişmediğini düşünenler vardır. Haklı bulmakla birlikte, bir zamanlar vicdani özelliklerin daha çok iç dünyada yaşanılıp, dışarı vurulamadığını söylemek gerek. Yaşanılan şartlar ve getirilen sözlü ve davranışa dayalı geleneklerin; dışa vurumun az olduğu bir toplumsal kültüre sahip olmamıza zemin hazırladığı pek tabiidir. Oysa ki, daha da önceye; asr-ı saadet toplumuna gittiğimizde Allah dostlarının, önderlerin vicdan sahibi olmayı en büyük erdem olarak gördüğünü, birine zulmetme ihtimalinin bile onların uykularını kaçırmaya yettiğini bilmekteyiz. Hz. Ebubekir’in Hz. Ömer ile yaşadığı hadisenin ardından yaşadığı kalp sızısıyla Peygamber Efendimizin yanına gelip Hz. Ömer’i üzdüğünden ötürü rahatsız olduğunu, ondan beklediği yanıtı alıp huzura eremediğini ifade etmişti. Hatasız kulun olmayacağı bilincinden hareketle, yaş, kıdem, makam mevki, eğitim gibi konuların etkisinde kalmadan herkes sahip olması gereken sorumluluğu üstlenerek özür dilemenin gerekliliklerini en içten şekilde kavramalıdır.

Günümüz dünyasında, bu hasletin giderek kaybolduğunu görmekteyiz. Artık her kelamın gerek sözlü gerekse yazılı olarak kolayca sarf edildiği bir dünyada, kimsenin yaptığı hatanın mesuliyetini almaması, almaya cesaret gösterememesi, toplumsal bir yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bilhassa, geldiğimiz; kendini haklı görmek, özür dilemenin eziklik, değersizlik olarak görüldüğü, güç kaybı olarak nitelendirildiği bir noktada ebeveynlerin de çocuklarını savaşa hazırlar gibi yetiştirdiklerine şahit olmaktayız ve belki bazı durumlarda bizler de kendimizi aynı durumda bulmaktayız.

“Benim çocuğum diğerlerinden zayıf ve güçsüz bir durumda mı olsun?” düşüncesi bizleri asıl olarak vicdan ve merhamet noktasında yoksun çocuklar büyütmeye sevk etmektedir. Bu görünmez tehlike bugün geldiğimiz noktada, hatalarının sonucunu düzeltmeye çalışmaktan aciz, aile bireyleriyle dahi bağları kopuk, kendini sürekli haklı gören, sağlıklı ilişkiler kuramayan insanların çoğalmasına sebebiyet vererek gerçek ve görünür bir tehlikeye dönüşmektedir.

Af dilemek ve af dileyeni affetmek kulluk ve kardeşlik vazifelerimizdendir. Rabbimiz af dileyenin affedilmesini öncelemiştir. Affı kabul etmeyen hoş karşılanmamıştır. Hadis-i şerifte, “Merhamet edene Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yerdeki bütün mahlûkata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin” buyrulmuştur. Rabbimizin affı sonsuzdur. Kulunun samimi pişmanlığı ile af dilediğini gördüğünde hoşnut olur. O’nun affının yüceliği karşısında biz kullara düşen de affetmeyi bilmektir. Bahanelerin arkasına sığınmak, gurur kıskacına hapsolmak müminlere yakışmaz. Ancak afta samimi olmanın göstergesi o hatayı bir daha tekrarlamamaktır. Hadis-i şerifte bununla ilgili olarak, “Kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu silsin” buyrulmuştur. O vakit, önce Rabbimize, sonra da çevremize karşı işlenmiş bir kusurda içtenlikle özrümüzü dilemeli ve muhakkak bu samimiyetimizi ortaya koyacak hal ve davranışlarda bulunmalıyız.

ÖZÜR DİLEMEK NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?

Toplumsal güven ve anlayış ortamı kurulursa sağlıklı nesiller yetişir. Toplumun tüm organlarının işleyişi sağlıklı olur. Ailelerde huzur ortamı kurulur. Hatalar ne aza indirilir. Özür dileyerek karşımızdakini anladığımızı ve rahatsızlık verecek hal ve davranışlarımızı tekrarlamama gayreti içinde olduğumuzu gösteririz. Bu sayede öfke duyma, kin gütme, suçluluk hissi gibi durumlar en aza iner. Suça meyletme azalır. Sağlıklı ilişkiler ve sağlıklı diyaloglar kurulur. Aile bağları güçlenir. Gençlerin hata yapma oranları düşer. İtilmiş, dışlanmış hissetmezler. Ne olursa olsun kendilerini kucaklayacak, hatalarını affetmeye hazır aileleri olduğu inancı, sosyal dışlanmışlıktan ve daha büyük felaketlere sürüklenmekten onları ve dolayısı ile ailelerini korur

PEKİ, NE YAPMALIYIZ?

En büyük sorumluluk çocuk yetiştirenlerindir. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren yaptıkları hatalar karşısında sorumluluk almayı öğretmeliyiz. Takıldıkları taşa, çarptıkları sandalyeye kabahat bulmadan onlara dikkatli adımlar atmayı göstermeliyiz. Unutulmaması gereken en önemli nokta da şudur ki, yetişkinlerden ne görüyorlarsa çocuklar onu tekrar ederler. Gözlem yaparak büyürler. Öyleyse onlardan da gerektiğinde özür dileyerek özür dilemenin ve gerektiğinde alttan almanın ne kadar önemli ve tabii bir davranış olduğunu, sanıldığının aksine “zor” olmadığını göstermiş olalım. Onların da bizden özür dilemesine izin verelim. “İzin mi gerekiyor?” diye düşünebilirsiniz. Evet, izin verelim. Özür dilediklerinde gerçekten affedildiklerini onlara hissettirelim.

Sorgulayıcı ve ağırdan satan bakışları bir kenara bırakarak kollarımızdaki sıcaklığı yavrularımıza açalım. Okuldan koşarak gelip yaşadıkları olayları anlattıklarında taraftar değil, yol gösterici olalım. Haklı olmaktan çok, hakkını koruyarak hakkı söyleyebilmeyi salık verelim. Sağlıklı bir rehberlik ile onları hayata hazırlayalım. Özür dilediklerini söylediklerinde onları takdir edelim. Sağlıklı şekilde ve gerekli hallerde alttan almalarını teşvik edelim. Kötülüğe karşı iyi muamele yapmanın kaybetmekten çok kazandırdığını anlatalım. İnsan kaybetmeye değil, kazanmaya çalıştıralım.

Ancak evvela kendimiz, anne, baba, eş, evlat olarak; komşu, siyaset insanı, esnaf, öğretmen, amir/yönetici, müdür olarak özür dilemeyi bilelim. İşte kimsenin bir adım atmadığını düşündüğümüz bir dünyada kendi adımlarımızı takip eden niceleriyle yeni bir düzen ve anlayışı tesis edeceğimize yürekten inanalım.

 

Muhabir: Haber Merkezi