Dünya Çevre Günü münasebetiyle yapılan açıklamaya göre dünya nüfusunun yüzde 91’i temiz hava soluyamıyor. Bu oranın nasıl elde edildiği, doğruluk derecesinin ne olduğu net olmamakla birlikte bu kirlenmenin sorumlusunun insanoğlu olduğunda şüphe yok. Yani, teknolojik gelişmelerle bir yandan insan hayatını kolaylaştırdığı, yaşam seviyesinin yükseltildiği söylenirken öbür yandan da dünyanın hızlı bir şekilde yaşanılmaz hale getirildiği gerçeği ile yüz yüzeyiz. Ancak, bunun sorumlusunun Afrika, Latin Amerika gibi gelişmekte olan ülkeler olmadığı bir gerçek. Kendilerini gelişmiş olarak ilan eden ülkelerin doymak bilmeyen hırslarının bir sonucu olarak önce dünyayı bir açık hava çöplüğüne çevirdiler. Bunun zararının kendilerine de dokunduğu görmeye başladıklarında çöplerini götürüp gelişmekte olan ülkelere atmaya başladılar. Sürekli olarak tüketimin körüklendiği bir dünyada çevrenin kirlenmesi kaçınılmazdı. Ancak, giderek hava da kirlendi. Artık, kendi tespitlerine ve açıklamalarına göre insanlığın yüzde 91’i temiz hava soluyamıyor. Bunun sorumlusu da aslında kendilerini gelişmiş, medeni olarak nitelendiren sanayi ülkeleridir. Hemen belirteyim ki, eğer dünya nüfusunun yüzde 91’i temiz hava soluyamıyorsa dünya yaşanılmaz hale gelmiş demektir. Yani dünya çöplük haline gelmiş ve temiz hava solunamaz hale gelmiş ise bunun sorumluları öncelikli olarak bedel ödemek durumundadırlar. Ne var ki, güçlünün borsunun öttüğü bu dünyada çevreyi ve havayı kirletenlerden çok bu kirlilikte hiçbir katkısı bulunmayan insanlar ödemek durumundalar. Kısacası aç gözlüler dünyayı yaşanmaz hale getiriyor.
Olay elbette sadece çevre ve hava kirliliğinden de ibaret değil. Dünyanın pek çok köşesinde yaşanan çatışmalar ve savaşlarda milyonlarca insan ya hayatını kaybediyor ya da hayatta kalabilmek için ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar yollarda can veriyorlar. Bunların sorumlusu da insanlığı emirlerine amade köleler gibi gören, her istediklerini elde edebileceklerine hakları olduğunu düşünen vahşi kapitalistler olduğunda kimsenin şüphesi yok. Bu noktada kendilerini kapitalistliğin dışında çeşitli adlarla nitelendiren bazı ülkeler içinde benzer bir durum söz konusu. Kısacası, insanlığı ücretli köleler haline getirmiş olan küresel sermaye sahipleri insanlığın ipini çekenler geç kalmadan kendi iplerini de çektiklerinin farkına varabilirlerse belki doymak bilmeyen bu açgözlüler biraz olsun insafa gelebilirlerse belki bu kötü gidiş tamamen önlenemese bile biraz olsun hafifleştirilebilir. Ancak, gelişmeler dikkate alındığında dünyayı kirletenlerden farklı bir davranış beklemek mümkün değil. Bunun için öncelikli olarak daha fazla kazanmak için dünyayı tam bir çatışma alanı haline getirenlerin önce silah bırakmaya zorlanması gerekiyor. Bunu kendiliklerinden yapmayacakları düşünüldüğünde bırakmaya zorlanması içinde kölelerin isyanı gerekiyor.
Yoksa çevre ve hava kirliliğine dikkat çekmek için senede bir günün çevre günü ilan edilmesinin fazla bir anlamı yoktur. Çünkü bu kararı alanlar/aldıranlar dünyanın kirlenmesinde birinci derecede sorumlu olanlardır. Bu bakımdan hastalığı oluşturan mikroptan hastalığı tedavi etmesini beklemek bir anlam ifade etmez. Böyle olunca da insanlığın yeni bir anlayışa, insanı ve çevreyi bir bütün olarak gören anlayışın hâkim olmasına ihtiyaç vardır. Bunun çözümünü sömürgecilerden beklemek doğru olmaz. Onlar belki bu kirlilikten kendilerini korumak adına dünyanın geri kalanını ölüme terk edebilirler. Zaten yaptıkları da bundan farklı değildir.