Yeni bir yazımızla daha sizlere ulaşmanın heyecanını yaşıyorum. Allah’ın selamı rahmeti bereketi üzerinize olsun. Tebliğ, iletişim gibi başlıklarla konuları farklı açılardan ele alarak yazmıştık. Bu yazımızda bize gelen bilgiyi, nasihati engelleyen durumlar nelerdir açıklamaya çalışacağız. Hac Suresinden örnek vererek, 78- “O, sizi seçti” ayeti altında her Müslümanın dinini yaşamasında ve onun yayılmasında sorumlu olduğunu ifade etmiştik, konuyu açarak devam edeceğiz.
Bize gelen, iç dünyamıza hitap eden bilginin ve nasihatin önündeki en önemli engel ben biliyorum olarak karşımıza çıkıyor. Ben biliyorum yanılgısı, kibri kapatıyor bilgiye bizi. Birde istemiyorum peşin hükmü, sen onu benim külahıma anlat, bu anlayışta olanı kim ikna edebilir. Önyargılarımız, olumsuz bakış açımız, dünyevileşmemiz, kolaycılık anlayışımız, bizi doğru bilgiden uzaklaştırıyor. Bu konuda gerekli eğitim ve bilinçlendirme yapılmıyor diye şikâyet ederek kendi isteksizliğimizi görmemezlikten geliyoruz. Aslında almaya kapatıyoruz kendimizi farkında olamıyoruz. “İnsanların kafalarında yer alan kalıplaşmış düşünceler ve algılara ön yargı diyoruz.” Bu kalıplaşmış düşünceler, kişiler arasındaki iletişimde ve bilgi akışının önünde önemli bir engel teşkil ediyor.
Çoğu insan başta ifade ettiğimiz kaygılardan, söylenen hak sözlere, ayet ve hadislere “çeşitli kalıplaşmış önyargılarla" kulak tıkıyor, duymazlıktan geliyoruz. Araf Suresinde 179- “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler.” Hocamız sağ olsun anlatıyor gerçeği de biz kapalıyız anlamaya, ayette söylendiği gibi. Kulaklardan ve gözlerden bu perdeyi kaldırmak din görevlisi olan imamlarımıza, akıl sahibi, vicdan sahibi her Müslümana düşüyor.
Dinimiz İslam, Hristiyanlıkta olduğu gibi kiliseye hapsedilip, bizde de hayattan tecrit edilip camiye indirgeniyor anlayış olarak. Koca bir hayır. İslam bizi, ana rahmine düştüğümüz andan itibaren toprağa girinceye, hatta ahiret yurduna kadar takip eden bir dindir. Sadece cami ve etrafında yaşanacak din değildir. İslam'ı insan hayatının belli safhalarına hapsetme anlayışı son derece yanlış bir anlayıştır. Burada insanın nefsi devreye giriyor, şeytan dinin yasaklarını bize sevimli gösteriyor, yani birazda birbirimizden örnekle şımarıyoruz. Gayri ahlaki görünmeyi ve davranışta bulunmayı özgürlük sayıyoruz.
Ön yargı gibi bireyler arasındaki iletişim engellerinden biri de tek tipleştirmedir. İnsanlar meziyet ve kabiliyetlerine göre farklı alanlarda kendini gösterir. Bu alanlara göre insanları gruplama yapmak, bu beceriden başkası sende yok diyerek tek tipleştirmekte iletişim önünde ki engellerdendir. Yani insanın becerisi, anlayışı ne olursa olsun seviyesine göre indirgendiği zaman mesajı anlayabilir. Ben sayısal zekâya sahibim edebiyattan anlamam, şöyle becerilerim var, böyle daha iyi hissediyorum gibi kalıplara girmek kişiyi köreltir. Nitekim yapması zor bir işe ilk başladığımız anla sonra geldiğimiz süredeki gelişimi hepimiz müşahede etmişizdir.
Kendi çocukluk zamanımızda ailemizden sonra eğitime ilk başladığımız yer, okuldan da önce camilerimiz aklımıza geliyor. Cami görevlileri olan vaizlerimiz ve imam hatiplerimizin gayretleri bizlere olan sevecen ve şefkatli üslupla tebliğ ve nasihat çabaları geliyor. Olumsuz bazı olayları örnek göstererek genelleme yapmamız doğru olmaz, zira görevini çok iyi yapan hocalarımız vesilesiyle bugünkü seviyemizin alt yapısı oluşmuş oldu, elhamdülillah. Hayatımızda çok önemli bir yer teşkil ediyorlar. Allah cümlesinden razı olsun.
Hayatımızda çok önemli bir yer teşkil eden cami ve görevlilerinin, dünyevileşip, toplum olarak dini hayattan uzaklaştığımız bu noktada önemi daha çok ortaya çıkıyor. Memuriyet anlayışıyla mesleki anlamda bastırılmış, özellikle siyasi tavırlarla o makamın etkisinin azaltılması, imamlarımızın itibarsızlaştırılmasını kabul etmiyoruz. Örnek verecek olursak üst makamların, din görevlilerini siyaset yapmamaları konusunda sık sık uyardıklarına şahit oluyoruz. Bu baskı zamanla mesleki gelişiminin önüne geçtiğini, makamın işleyişini kısıtladığını görüyoruz. Zira biz bu konuyu ele alırken bile yanlış anlaşılma kaygısı taşıyoruz. Maksadımız imamların eğitimimizin içinde yer almaları, bahsettiğimiz birçok olumsuzluğun önüne geçeceğine olan inancımızdan kaynaklanıyor.
Tebliğ eğitimin bir parçası ve alanı, tebliğden maksadımız bireylerin yetişmesinde dinimizin anlaşılması ve yaşatılması için yapılan her türlü eğitim öğretim faaliyetleri olduğunu biliyoruz. Müslümanların İslam’ı öğrenmesine yönelik yapılan çalışmalar ve gayrimüslimleri Müslüman olmaya yönelik gerçekleştirdiğimiz davet faaliyetleridir. Bireysel anlamda bir sıkıntı gözükmüyor. Buraya kadar her şey normal gibi gözüküyor. Siyaset işin içine girince engellemeler başlıyor. Dini camilere ve bireylerin iç dünyasına sıkıştırıyoruz. Sanki siyaset dinin üzerindeymiş, dini yönetiyor gibi yanlış bir anlayışın içine giriyoruz. İmamlarımız siyaset yapmayacak, yönetenlerin alanına girmeyecek. Siyasiler aramızdan seçtiğimiz arkadaşımız, tanıdığımız, komşumuz olan insanlar. Onlarda dinini yaşamaktan sorumlular, siyaset yapıyorlar diye dini yaşamaktan, ibadet yapmaktan vaz geçecek değiller.
Dinen yasaklanmış herhangi bir davranış benim için haramsa siyaset yapan kardeşim içinde haramdır. Gerçek ve hepimizi kuşatan bir iradeye teslim oluyoruz. Sözümüz siyasete dokunsa da adil ve haksızlığın olmadığı bir idare anlayışı herkesin ortak isteğidir. O zaman neden Allah’ın hükmünün önüne geçiliyor. Var edip yaratan ve yaşatan, hüküm koyan Allah’tır. Bakara suresinde Rabbimiz 159- “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz kitapta insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah lânet eder hem de lânet edebilecek herkes lânet eder. 160- Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler ve gizledikleri gerçekleri açıklayanlar başka; ben onların tövbesini kabul ederim” buyuruyor.
Özetle İslam'a cami dışında siyasette, ticarette, adalette, okulda, fabrikada yaşanmak için gönderilmiş bir hayat dini olarak inanıyorsak, siyaset zaten bunu sağlamak için vardır, insanların özgürce inançlarına göre yaşamasının güvencesidir. Herkesin adaletle yönetildiği, huzurun tesis edildiği bir hayat dileğiyle Allah’a emanet olunuz.